Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
YENİ ZAFERLERE YELKEN AÇAN TÜRKİYE…

Büyük Milletlerin tarihlerinde büyük zaferler de vardır, yenilgiler ve hezimetler de. Bir ulu çınar gibi tarihin derinliklerine sağlam köklerle bağlı milletleri, köksüz ağaçlar misali tarihin toprağından söküp atamazsınız. Ancak dallarını keser, budarsınız. Kök sağlamsa o çınar yeniden yeşerir, yeniden canlanır.

Vatanın korunması için güçlü bir orduya ihtiyaç var. Güçlü bir ordu, güçlü devletle, güçlü ekonomiyle, güçlü toplumsal yapıyla mümkün. Amaçlarını, ideallerini kaybetmiş; kültürel, ahlaki, siyasi yozlaşmayla karşı karşıya kalmış milletlerin güçlü ordusu olabilir mi?

Üretmeyen, borçla geçinen, teknolojik gelişmelerden uzak, milli ve manevi hasletlerini yitirmiş bir devlet, ordusunu donatamaz, giydiremez, eğitemez. Öyle perişan bir hale gelir ki; Genelkurmayının danışmanları yabancı, savaş halindeki ordularının kumandanları ecnebi kişilerden oluşur.

Kutladığımız zafer haftasının önemini yeterince idrak edebilmek için tarihi gerçekleri hatırlamamız lazım. Anadolu’yu bize yurt kılan, sonra milletimizi birkaç kez cihangir yapan zaferlerimizi de iyi tahlil edebilmeliyiz, milyonlarca kilometrelik toprağı kaybedişimizin nedenlerini de…

Osmanlının ordusu gün gelmiş kendi başına bela oluvermiş. Yeniçerinin nizamnamesi değiştirilmiş. Asker ticaretle uğraşmaya başlamış. Eğitimi, talimi unutmuş. Gırtlağına kadar siyasete bulaşmış. Devlet de orduyu yenileyememiş, donatamamış. Yeniçeri askeri son dönemlerinde hafif sahra topuna karşı pala sallayarak zafer kazanacağını sanan şaşkın insan topluluğuna dönüşmüş.

Sonra yeniçeri lağvedilmiş. Yeni ordu eğitilemiyor, beslenemiyor, giydirilemiyor. Gelin o döneme kısa bir yolculuk yapalım. Feldmareşal Helmuth Von Moltke, 1858–1888 yılları arasında Prusya devleti Genelkurmay başkanlığı yapmış ve 1870 Prusya-Fransa savaşının kazanılmasında en büyük etken olmuş önemli bir şahsiyettir. Bu zat, 1836–1839 yılları arasında danışman ve uzman olarak Osmanlı ordusunda vazife görmüş, o döneme ilişkin ilginç gözlemlerini aile ve dostlarına gönderdiği mektuplarda dile getirmiştir.

Bu yabancı uzmanın gelir gelmez koyulduğu iş ne olmuş biliyor m usunuz? Boğazın ve birçok yerin haritalarını yapmak!. Çünkü dev ordularla savaşan Osmanlının, bırakın düşman ülkelere ait haritaları, kendi ülkesine ait haritaları bile yok. Bakın Moltke o dönemin Osmanlı ordusu hakkında ne diyor: “Büyük gayretlerle 70.000 kişilik bir ordu kurulabildi. Bu kuvvetin, Osmanlı İmparatorluğuna tabi memleketleri korumak için ne kadar yetersiz olduğunu haritaya bir bakış anlatır. İmparatorluk her şeyden önce düzenli bir idareye muhtaçtır. Şimdiki idare ile hatta bu 70.000 kişilik zayıf orduyu bile daimi olarak zor besleyebilir…”

Evet, hem ordu yeterli olacak, hem beslenebilir, eğitilebilir olacak. Hem de, devlet idaresi düzgün olacak, ekonomi güçlü olacak, moral değerler diri olacak. Diğer birçok eserden de öğreniyoruz ki Osmanlı, ordusunu eğitemiyor, besleyemiyor.

Ordunun, donanımsızlık ve eğitimsizlik, ekonomik yetersizlik nedeniyle ne büyük zorluklar yaşadığını çok açık bir dille anlatan diğer önemli bir yazar da hemşerimiz Mehmet ARİF beydir. Mehmet Arif Bey, her satırı ibret vesikası olan “Başımıza Gelenler” adlı eserinde 93 harbiyle ilgili gözlem ve anılarına yer vermiştir, biliyorsunuz. Eserde birçok üst düzey ordu mensubunun yazışmalarını da görebiliyoruz. Birisine göz atalım:

Muhtar Paşa tarafından Serasker Mahmut Celalettin Paşaya yazılan şifreli telgraf:

“ Kulp cihetine taarruz imkânlarının araştırılmakta olduğunu arz etmiştim. İsmail Paşa hazretlerinin o tarafa taarruzunu kolaylaştırmak için buradan Nahcivan tarafına bir miktar süvari sevk olunmuş ise de, Paşanın hareket etmemesi üzerine bu süvariler, ordugâhımıza döndüler. Bu halin esbab-ı mucibesini araştırmakta idim. Alınan yazı ve telgraflarda oradaki ordunun da, buradaki gibi çarıksız ve çoğu askerin yalınayak ve bazılarının çıplak oldukları, Van ve Erzurum’dan gelen erzakın günü güne alınamadığı bildiriliyor. Bu hal devam ettikçe o ordunun müdafaa halinde kalacağı aşikârdır… Ve gönderildiği emir buyrulan on bin kat elbisenin de nerelerde olduğu henüz anlaşılamadı…13 Eylül sene 93 / Ahmet Muhtar “

Rusya gibi güçlü bir devletle savaşan ordunun durumu… Asker yalınayak, hatta çıplak… Erzak sevk edilemiyor. Yağmurluk gelmiyor. On bin kat elbise gönderilmiş nerede olduğu meçhul. Eser boyunca yokluktan, kıtlıktan söz edilip durulur. Talimsizlikten dem vurulur. Firar eden askerlerin acıklı öyküsü anlatılır. Ordunun topyekûn bozgunu hikâye edilir.

İzin verirseniz Mehmet Arif Bey’den bir alıntı daha yapıp, bir başka ecnebi paşanın tespitlerine geçeceğim.

Çok yerlerde mutasarrıflıklarda bulunmuş, alim, zeki, şair, Karahisar-ı Şarki’li meşhur bir Abdi Efendi merhum vardı. Bu Abdi Efendi bir eserinde yazmıştı ki : “Devlet-i Aliyye’nin halini harap ve berbat eden iki şeydir: Birincisi iltimas anlamında olan kayırma; diğeri de neme lazım deyip kıvırmadır.”

Alman General Liman Fon Sanders, Türk ordusunun yeniden yapılanması için yapılan anlaşma gereğince ülkemize gelen Alman Askeri Kurulu’nun başkanıdır. Anlaşma 1913 senesinde yapılmış ve heyette o yıl göreve başlamıştır. General harp çıkınca Türkiye’de kalmış, Çanakkale Savaşlarında Yıldırım Orduları Kumandanlığı yapmıştır. Liman Paşa, Türkiye İle İlgili anılarını bir kitapta toplamış kitap “ Türkiye’de Beş yıl “ adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Birkaç alıntı da bu kitaptan yapacağım.

“ Türk Genel Kararargâhının Personel şubesi de inanılmaz ölçüde bir düzensizlik içindeydi. Kimi zaman aranan bir Türk subayının hangi birlikte olduğu aylarca bulunamıyordu. Çok zaman önce şehit düşmüş bir subayın başka bir yere atanmasına rastlanıyordu”

Subaylarda durum böyleyse, kim bilir erlerde nasıldı? Tabi, bu anıları okurken doğal olarak ecnebi bir subayın olumsuz ve eksik değerlendirme ihtimalini göz önünde bulundurup, hükme varırken ihtiyatkâr davranacağız. Ancak kendi eksikliklerimizi de yüreklilikle kabulleneceğiz. Zaten, bir ölüm kalım savaşında en kritik görevleri ecnebi paşa ve subayların yürütmesi yeterince acı bir durum değil mi?

Liman Paşanın içimizi acıtan anılarından, 1916 yılında Kafkas cephesinin durumunu anlatan bir bölümünü okuyalım: “ 2.Ordu kıştan çok zarar görmüştü. Ulaştırma yetersizliğinden binlerce insan cephede açlıktan ölmüştü. Dr.Liebert adında bir alman Hekimi, Elazığ’dan şunları yazıyordu: “ Zayıflamış ve takatten düşmüş insanların ne derece dayanıksız oldukları en basit olaylarda bile görülüyor. Bu insanları ameliyat etsek ölüyorlar, ameliyat etmesek yine ölüyorlar. Sağlık örgütün yetersizliği yüzünden lekeli hummadan binlerce insan ölüyordu. Hastanelerin ısıtılması ve temizlik için bile odun yoktu. “

“ Yazlık elbisesi olmayan ve ancak kalın yün kumaş giyen bunlara paçavra demek daha yerindedir ve dörtte üçünden çoğu artık iç çamaşırı da kalmayan Türk erlerinin, doğrudan doğruya tenlerine giydikleri bu kalın kumaş altında ne kadar acı çektikleri açıktır.” Bakar mısınız vaziyete… Sarıkamış’ta kışlık elbise bulamayan erlerimiz, Mısır çöllerinde kışlık elbiseyle yanıp kavruluyorlar.

Şükür, o feci günler geride kaldı. Türk Devleti’ni bir daha hiçbir güç tökezletemeyecek. Uzun zamandır başımıza bela edilen etnik meseleleri bu millet kardeşlik ve birlik beraberlik anlayışıyla tez zamanda aşacak… Son otuz yılda olanlar, büyük ve kudretli bir bünyenin nezle-grip halidir. Geçicidir, geçecektir.

Türkiye’nin sıçrama asrı olmaya aday 21. Yüzyılda, Türk ve Kürt aynı bayrak altında, aynı büyük hedeflere birlikte koşacak. Bilimde, teknolojide yeni zaferlere yelken açacağız.. Türkiye Cumhuriyeti geleceğin büyük küresel gücü olduğunda… Bunun şeref ve gururunu birlikte taşıyacağız… Bugün… Yarın ve hiçbir vakit… İç ve dış düşmanlarımızı sevindirecek zafiyetler ebedi olmayacak, buna öncelikle bizler, yani Türk ve Kürtler izin vermeyeceğiz... Eşkıya aramıza giremeyecek, kanlı katiller kardeşlik mayamızı bozamayacak.

Güçlü bir devletimiz, kökü mazide gözü atide asil bir milletimiz; devleti koruyup kollama kudretine sahip, teknoloji ile barışık, AR-GE çalışmalarını başarıyla yürüten, bilişimi en etkin biçimde kullanan, disiplinli bir ordumuz var. Milli devleti, milli egemenliğe tabi bir anlayışla kıyamete kadar koruyacak olan bu güçle övünüyoruz.

Bu duygularla, büyük milletimiz ve şanlı ordumuzun Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Gününü kutluyoruz.