BAŞBAKAN’IN ADAMLARI!
TEMPO dergisinin son sayısında “Başbakanın Arkasındaki 50 Kişi” başlıklı bir haber vardı. HÜRRİYET, derginin kapak haberini okuyucularına duyururken şu ifadeye yer veriyor:
“Başbakan Tayyip Erdoğan, bugünlere gelirken hep yanında güvendiği ve farklı konularda uzmanlaşmış insanlarla çalıştı. Kadrosuna karşı da hep vefalı oldu. Yoğun kamuoyu baskısına rağmen onların yanında oldu, hiç geri adım atmadı.”
“Uzman insanlarla çalışma ve kadrosuna karşı vefalı olmanın” altını önemle çizelim. Çünkü bu konuda çok eksikliklerimiz var.
Siyasi ya da bürokratik kademelerde yıldızı parlayanlar için vefa ilk terk edilen liman oluyor. Liyakat ve uzmanlığa saygı ise hatıra bile getirilmiyor. Ne kadar yanlış ve ilkel bir yaklaşımdır bu.
Tıpkı Başbakan gibi yerel siyasi önderlerin de arkalarında 50 kişilik hizmet kadroları olmalıdır.
“Her şeyi ben bilirim” basitliğinden kurtulup, ekip çalışmasının mükemmelliğine terfi edemeyenler, şehirlerine ve ülkelerine en büyük kötülüğü yaparlar.
İkbal günlerinde etraflarına manyetik bir kibir zırhı örenler, günü gelip halk arasına karıştıklarında hatalarını anlıyorlar, ama iş işten çoktan geçmiş oluyor!
Başbakandan milletvekiline kadar siyasi gidişata etki eden “yakın çevredir” Çevreyi iyi tanzim etmek, tıpkı sefer öncesi yığınak gibidir. Yığınakta hata edilerek zafer kazanıldığı görülmemiştir.
Öyleyse, yerel siyasi ekibin öncelikli konusu, insan kaynakları bakımından “çevrenin tanzimi” olmalıdır.
Şehrin siyasi eliti, durmadan lobi yapan, baskı uygulayan bir şekilde yapılanmalıdır.
• Yerel siyasi önderler, baskı ve lobi faaliyetlerini milletvekilleri nezdinde,
• Vekiller de bu gücü de arkalarına alarak hükümet nezdinde uygulamalıdır.
Parlamenter sistemde “vasat siyasi yapıların” değil, durmadan lobi yapan, baskı uygulayan etkili gurupların dediği oluyor.
“Yıllardır Erzurum’un dediği neden olmuyor” diye sorup duranlar, meseleye bir de bu açıdan baksınlar.
Peki, başta iktidar partisinin milletvekillerini:
• Lobi yapabilir,
• Baskı unsuru olabilir,
Hale getirmenin yolu nedir?
Burada ilk görev milletvekillerine düşüyor. İster vekil olarak şehri temsil etsinler, ister kabinede ya da parti üst yönetiminde görev alsınlar, bu şahsiyetler öncelikle “kendilerini müktesebat, bilgi ve proje bakımından” iyi donatmalılar.
Kendilerinden önce görev yapmış olan siyasilerin hem iyi yönlerini, hem de zaaflarını inceleyerek gerekli dersleri çıkarmalılar.
Siyasi erkin cazibesine alışan şahsiyetler bu güne kadar “siyasi tekel” oluşturma eğilimine girdiler. Siyaset kalesini fetheder etmez kapıları kapadılar, burçlara abus çehreli kapıcılar diktiler, hâkimiyet alanlarına kimseyi sokmadılar. Pozisyon ve statülerine göre birer “siyaset derebeyi” haline geldiler.
Bahtlarının ikballerini açmakta kendilerine cömert davrandığı yıldız siyasetçiler, “tek horoz” olmak için envai türlü hile ve desise yöntemi geliştirdiler. Bu hususta şeytana bile külahını ters giydirdiler. Toplum da bunlara uzun bir süre ne yazık ki itibar etti. Alkışladı. Hatta teşvik etti. Öylelerine “ büyük siyasetçi” gözüyle baktı.
Bir kere siyasi bir unvan elde edenlerin, yeni siyasi kadroların yetişmesinde önder ve üstat olmaları gerekmez mi? Ama bu muhteremler bu yolda çaba sarf edeceklerine konumlarını korumak için her yola başvurmayı tercih ettiler.
Bu yanlış tavırlarının toplumsal ve siyasi maliyetini hiç umursamadılar.
“Kaht-ı rical” hastalığının asırları aşarak günümüzde de saltanat sürmesinin nedeni işte bu hastalıklı, sakat ve melun zihniyettir. Her işin başı bu sakat zihniyeti terk etmektir.
Benden sonra tufan diyenlerin sayısı bu kadar çoksa, tufansız gün mü olur memlekette?
Umuyoruz ki, yeni siyasi heyet bu eski hastalıkların farkındadır, o bildik öldürücü virüslere karşı aşı olup gelmiştir. Eğer öyleyse ümitvar olabiliriz, değilse hep bir ağızdan “Ört ki ölem” diyebilirsiniz!
|