ŞEHRİN SORUNU ÇOK, ÇIKMAZI YOK! 15.07.2012
Ekonomi araştırmacısı ve Fütürist Chris Martenson’un çok satan kitabı ‘Crash Course’den bir alıntıyla başlayalım yazıya.
***
Sorun ve çıkmaz arasında çok önemli bir fark vardır.
Sorunların çözümü vardır.
Patlamış lastik tamir edilebilir, işsiz kalınca iş bulunabilir.
Kırılan kemikler iyileşebilir.
Uygun bir çözüm bulunursa sorun ortadan kalkar.
***
Oysa ‘içinden çıkılamayan, kurtuluşu mümkün olmayan durum demek olan çıkmazın’ çözümü yoktur.
İnsanlar ‘çıkmaz’ karsısında tepki verebilirler fakat çözüm üretemezler.
Tepkilerin bazıları başarılı, bazıları başarısız olabilir fakat hiçbir şekilde çıkmazı ortadan kaldıramaz.
Çıkmazın sonuçları yönetilebilir, yumuşatılabilir fakat şartlar eski haline döndürülemez.
Yaşlanmak, sınırlı bir kaynağı tüketmek, seker hastası olmak hep birer çıkmazdır. .
***
Yazarın ‘sorun ve çıkmaz’ ayrımı ilgimi çekti.
Bu tutarlı bakış açısını önemsemem gerektiğini düşündüm.
Özel hayatımızda sık sık sorunlarla karşılaşıyoruz. Çıkmazlarımız da oluyor.
Fark ettim ki çoğumuzun ‘sorun ve çıkmaz’ telakkimiz aynı.
Ne oluyor peki ‘sorunlara’ da ‘çıkmaz’ muamelesi yapınca?
Bir kere çözüm enerjimizi fuzuli şekilde heba ediyoruz.
Bataklıkta boşa çırpınmanın insanı dibe çekmesi gibi, biz de çözümsüzlüğün girdabına kapılıp gidiyoruz.
Önce umudumuzu karamsarlık yelleri savurup götürüyor.
Sonra kulaç atmak için harcayacağımız emek ve enerjiyi çırpınmak, debelenmek için harcayıveriyoruz.
Aksiyon hormonlarımız felç oluyor.
Taarruz ve tırmanış adrenalimiz dumura uğruyor.
Bu şahsi panik ve narkozlaşma hali giderek toplumsal bir ölü toprağı sendromuna dönüşüyor.
***
Şehir sorunlarına da ‘çıkmaz’ muamelesi çekiyoruz.
Toplu ağlaşmalar, diz dövüşler alıp başını gidiyor.
Şark’ın kadim hastalığı hiç yakamızı bırakmıyor.
Ya sorunları hiç görmüyoruz.
Ya da her soruna ‘çıkmaz’ muamelesi yapıyoruz.
Orta yolu, itidali terk ediyoruz.
Ya iflah olmaz karamsar, ya da gözünün önündeki çukuru bile tümsek zanneden ‘aptal iyimser’ pozisyonunu benimsiyoruz.
***
Yöneticileri, siyaseti, sorumluları değerlendirirken de bu bakış açısının esiriyiz.
Analize ihtiyaç yok ki…
Eğer muhatap bizdense ‘hatadan münezzeh.’
Karşı taraftansa ‘ağzıyla kuş tutsa’ kıymeti yok.
Bu sakat yaklaşım meydanları ‘ibrikçiler’, ya da ‘müzmin muhalifler’ cenneti haline getiriyor.
Aklıselimin sesi kısılıyor, bilgi ve analize dayalı vicdanlı değerlendirmelerin kıymeti kalmıyor.
***
Şehir hakkında görüş beyan ettiğimizde,
Bir şeyler yazıp çizdiğimizde,
Hep orta yolu tercih ediyoruz.
Bilgi ve tetkike dayalı analizler yapmaya özen gösteriyoruz.
Hizmetleri alkışlıyor, eksiklikleri göz önüne sermeye çabalıyoruz.
Bu itidal üslubunun şehir aydınının müşterek tavrı olmasını elbette arzu ederiz.
Ancak, her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğunu biliyoruz, her yiğide ve yoğurt yiyiş şekline saygı duyuyoruz.
***
Beynimizin değerlendirme merkezinin sürekli ışık ve oksijen alan geniş pencereleri olmalı.
Pencereleri tuğlalarla örüp duvar haline getirmeyelim.
Aksine, varsa duvarları yıkıp pencere haline getirelim.
Her kişi ve olaya geniş açılardan bakalım.
***
Şehrin irili ufaklı birçok sorunu var.
Hizmet önceliklerinde zaman zaman hatalar gözleniyor, planlama eksikleri oluyor, üretime dayalı kalkınma hamlelerinde kesintiler yaşanıyor.
Kalkınma atı çayıra çakılı değil; hep hareket halinde…
Bazen tırısta, bazen rahvan halde… Şaha kalkmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Elbette bu zaman, imkân ve süreç meselesi…
Şehrin ‘sorun’ boyutunda sıkıntıları var.
Şükür ‘çıkmaz’ boyutunda musibetlerle boğuşmuyoruz.
Elbette bu sorunlar sahipsiz de değil.
Çözüm için arılar ve karıncalar gibi gece gündüz didinen kişiler, kuruluşlar var.
Sanırım en önemli eksiğimiz ‘ortak aklı, ortak gönlü’ tesis edememek.
Kalın alışkanlık duvarlarını yıkamamak… Dünyaya açık yeterli pencereler açamamak…
Bilgi, beceri ve tecrübelerimizi daha sık ‘aşure’ haline getirdiğimizde ‘şahlanışı’ da gerçekleştireceğiz…
Hem de uzun sürmeyecek bir zaman diliminde…
|