ALAVERE DALAVERE, DEVLET ÖCALAN’I SALIVERE
Aydınlar Diyarbakır’da toplanıp, ‘Demokratik Özerk Kürdistan Modeli’ni tartıştılar. Sonra da zehir zemberek bir bildiri yayınladılar. Aradan on gün geçti, bildiri hala tartışılıyor.
Çalıştaya katılan yazar, akademisyen ve siyasetçilerin bazısı “Özerk Kürdistan” gündeme gelince itirazlarını daha orada dile getirmişler, bu tür yaklaşımların Kürt sorununu çözmek yerine daha da içinden çıkılmaz hale getireceğini ifade etmişler.
Ancak, toplantıdan sonra öyle bir hava yayıldı ki… Sanki “Özerklik” aydınların ve bölge halkının tamamının ortak görüşü, müşterek talebi…
Getirin bölgeye bir sandık koyun, güvenliği tam sağlayın, örgütün halk iradesi üzerindeki baskısını ortadan kaldırın bakalım nasıl bir netice çıkacak… Ben inanıyorum ki Kürt ahali, Türk’lerden daha gür bir sesle “Ne özerkliği babo” diye haykıracaktır.
Bölge halkının elbette önemli sorunları var. Acil ve haklı talepleri var. Kim anadilini hiçbir kısıtlama olmadan konuşmak istemez? Kim kültürel haklarını serbestçe kullanmayı arzu etmez?
Kürt’lerin de bu tür talepleri elbette dikkate alınmalı… Lakin haklı talepler başka, özerklik başka, ikinci resmi dil dayatması başka… İşte bu noktada, sanıyorum Kürtçülerle Kürtler arasında önemli bir ayrışma başlıyor.
Siyasallaşma yolunda büyük mesafe alan PKK, kendi dayatmalarını halkın genel talebi gibi pazarlamaya çalışıyor. Bu hengâmede geniş halk kitlelerinin ne düşündüğü gürültüye gidiyor, PKK sözcüleri keleş namlusuna dönüştürdükleri ağızlarıyla ha babam propaganda taraması yapıyorlar.
Asırların kodladığı tarihsel genetik bizi "ırki mülahazaların" çok ilerisinde bir kardeşlik hamurunda yoğurmuş, millet haline getirmiş... İki, hatta daha fazla ayrı etnik kökenden bir büyük millet oluşmuş… Bu sosyal yapı inançla, kültürle, tarihle, coğrafi tutkalla muhkemleşmiş...
Birkaç sene önce arkadaşlarla bir ilçemizden Erzurum’a dönüyorduk. Yolda olağan üstü tedbirler vardı. Sorduk, dağda terörist gurup varmış. Bazı dostlar hayıflandılar. Gereksiz, hoyrat genellemeler yaptılar. Az ileride çayırda cemaatle namaz kılan Kürt kardeşler güzüme ilişti. İçimde inanılmaz bir şefkat kabardı…”Sadece dağdakilere takılmayın, esas olan bunlar, aynı kıbleye dönüp, aynı secdeye baş koyduklarımız, yani milletin bağrındakiler, yani bağdakiler” dedim… Hak verdiler.
Bereketli bir merkezi kaynaşma noktasında sarmaş dolaş hale gelmiş toplumu, "bir ülkede iki resmi dil" dinamitiyle ayrıştırmaya çabalamak, Kürt ulusçuluğunu her fırsatta kaşımanın adını "demokrat özerklik" koymak; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in ifadesiyle ‘Türkiye'ye yönelik suikast girişimidir’
Kürt sorunu nasıl çözülür, bu işin sonucu nerelere varır, kestiremiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Dil ve özerklik, “meselenin” bam telidir. Bu teli koparırsak, tespihi dağıtırız. Bir daha da bir araya getiremeyiz.
Resmi dil taleplerinin tartışıldığı çalıştaylar… Özerklik hezeyanları… Tüm bunlar sorununun çözümüne mi yönelik, yoksa PKK güruhunun dillerinin altında başka bakla mı var? “Ne baklası kardeşim? Adamlar açıkça söylüyorlar, yegâne amaç Öcalan’ı mahpustan kurtarıp, özerk Kürdistan’a milli şef yapmak…” dediğinizi duyar gibiyim.
Haklısınız… PKK’nın meclis müfrezesi BDP ile onun yazarçizer takımının tüm çabası, H’nın yerine S’yi koymak… Hayını Sayın yapmak…
Mümkün mü bu? Asla…
Ne kadar yırtınsanız olamaz hayın sayın
Boşa heveslenmeyin, boşuna uğraşmayın
|