KURBAN İLE KURBAN OLDUN MU SEN
Kınalı bir koç, süslenmiş boynuzlarıyla fakirhanenin kapısını usulca tıkırdattı. Anladım ki evimize bayram gelmiş. Hoş gelmiş, sefalar getirmiş. Gönlümüze yine neşe, huzur, sürur yetirmiş.
İş odur ki, üç yüz altmış beş gün; her saat, her dakika gönül bayram halinde ola. Her nefeste can cananı bula.
Her lahza gönül, gürbüz koçlar misali, her hücresine bir bıçak sala; her zerresini huuu deyip, Mevla’ya kurban kıla. Tabak tabak etlere gönüller sos yapıla, fakir fukara sofrasına itina ile konula.
Büyüklerin haneleri sadece dört gün değil, ömrü billâh yol edile…
Kurban kanı akar akmaz temiz toprağa, ruhlara al al kanatlar takıla… Her dem o kanatlarla ilahi huzura çıkıla.
“Gardıroplar markalı elbiselerle dolu, bayramlık da neymiş” denilmeye, daha arifeden yavrulara cıcık cıcık elbiseler giydirile…“Bayram benim neyime” sitemiyle çoluk çocuğa bir çorap dahi alamayanlar zinhar düşünüle… Fukara evladına giydirilecek bir gömlek bile “Cennet hilati olarak geri gelecektir” böyle biline…
Üç yüz altmış dört gün gurur, kibir, haset pasıyla simsiyah olan gönül aynamız, aman ha dostlar, gözyaşı ve dua ile bir güzel cilalana, siline…
Hiç değilse bir an kurbanlık hayvanın can vermeden önceki bakışlarıyla bakıla, hakkın gözlerine…
“Kanı, eti erişmez” kurbanın hakka… Erişecek olanı bul, takdim et… İki cihanı nurdan kalkanlar ile tahkim et… Nedir o dersen; arın tenden candan, hakka passız, pussuz bir gönül ver. Gönlü sultana sadece dört bayram günü değil, bir ömür ver!
Sevgisi eksik olana sevgi, övgüsü eksik olana övgü, aşı eksik olana aş ver… Et, börek, pide zor gelirse bir ince lavaş ver! Şu karda, kışta, kıyamette odunu olmayana odun, kömürü olmayana kömür ver!
“Bir nefes ötede yârin, kurban ol sen de arın” de, nefsinin kulağına… Vuslat, can vermekledir, şan vermekledir, nam vermekledir… Can ver, şan ver, nam ver yaratana; zindan kıl dünyayı şu iblis alçağına!
Beden nemrutunu şöhret, şan, gurur, kibir limuzinlerine bindirip “Âlem bana kurban olsun” cakasıyla tur atmaktasın, bayram seyran dinlemeyip… Peygamber, kuru hasırlarda uyurdu, sen atlas döşeklerde yatmaktasın…
Menzilin senin cennet-i âlâmıdır? Cehennem zebanilerinin ayak kıltı mıdır? Var sen düşün! Kıldan ince kılıçtan keskin sıratta, nasıl altından kalkabilir ki, elli montofon kurban etsen, bu yükün!
Özü arınmaktır kurbanın; kirden, pastan, kibirden, şirkten… Ey kul! Sen ki firavunlar gibi görkemli saraylarda barınırsın, üç damla kurban kanıyla söyle, nasıl arınırsın!
Ey ayakları cennet ibrişimleriyle bağlı kınalı koçum, vakit saat geldi işte… Zat-ı yegânenin şavkıyla nurlanan gözlerinle… Bakıyorsun şu an gözlerime… Ruhundan kanat tak da eriştir Cenab-ı Hakk’a, dua diye mırıldandığım şu değersiz sözlerime…
Ve gelin kullar ses sese verip şöyle seslenelim Mevla’mıza… Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han’ın sözleriyle:
KABEDİR KUYUN NİGARA GELMİŞİZ KURBAN İÇİN
DOSTUM ETMEZ MİSİN UŞŞAKI KURBAN VAKTİDİR
(Ey sevgili mahallen Kâbe’dir, kurban için gelmişiz/
Dostum, âşıkları kesmez misin, kurban zamanıdır)
Şimdi de VNA bir sual sormakta sana… Haydi, ver cevabını, al bir hac sevabını:
Bir koç kurban etmek ile bayramı buldun mu sen
Çıkıp arz-ı muallâya seyranı buldun mu sen
Kurban ile boğazlanıp kurban olmaktır bayram
Kurban ile kanatlanıp Mevla’nı buldun mu sen
|