ADINA ERZURUM DEMİŞİZ
Dostlarım Ayhan TÜRKEZ ve Orhan BOZKURT davet ettiler, çıktık E TV ‘de ENER’ i konuştuk. Aradan epey zaman geçti, konuyu tekrar ısıtıp canınıza çekmek değil amacım.
Yayından sonra gönderilen e postalar içinde çok duygulu olanlar vardı. Memleket hasretini şiirleştiren, şehir meselelerine isabetli teşhisler koyan, yepyeni ufuklara mahirane kulaçlar atan, ince tenkitlerle bize farklı vizyon kazandıran mektuplar…
“Ne zaman bir türkü duysam şairliğimden utanırım” diyen şair meğer ne önemli bir gerçeğe işaret etmiş… Bakın bunu söylerken çok samimiyim… Bazen öyle mektuplar alıyorum ki “Yazarlığımdan utanıyorum!” Belki vakit darlığının neden olduğu telaştan, belki ‘yazma sorumluluğunu’ yeterince dikkate almamaktan öyle ciddi hatalar yapıyoruz ki… Eski yazılarıma göz gezdirirken fark ediyorum ne fahiş imla hataları yaptığımı, ne belirgin mantık ve anlam kusurlarına düştüğümü…
İmla müfettişliğinden hazzetmiyorum. Ayaklı yazım kılavuzu tipler de pek sevimli gelmez bana… Amma velâkin şu gazetelere bir köşe tezgâhı açmışsak eğer, biraz daha dikkatli, biraz daha özenli olmamız gerekmez mi?
Okuyuculardan gelen esaslı mektuplardan söz ederken esastan uzaklaşmaya başladık. Bakın, bu da bir yazı kusurudur, lakin yazının yoldan çıkartıcı şehveti önümüze düştü mü, nerede soluklanacağımızı Allah bilir…
Eski sohbet erbabı derdi ki “İki kulağımız, iki gözümüz ve bir ağzımız var, o halde iki dinleyip, iki görüp, bir söylemek lazımdır…” Yazı adamı da iki dinleyip, iki gözlemleyip bir yazmalıdır. Evet, yazarın da iki gözü, iki kulağı var, lakin tuşlara on parmağıyla basıyor! Galiba kalem gevezeliğimizin suçlusunu bulduk!
Bir okuyucu yayını izledikten sonra pek hoşuma giden şeyler yazmıştı. Diyordu ki “Fanatizme kaymayan köklü şehir sevgisi iyidir. Nerede yaşıyorsa yaşasın tüm hemşehrilerin topraklarıyla ilgilerini kesmemeleri gerekir. ENER’İN manifestosunda yıllardır zihnimde kristalleştirdiğim fikirleri buldum.
Yaptıklarınız aksiyon damarımı kabartıyor. Erzurumlu iyi insandır deriz hep. Öyledir. Ama iyi olmak, beceriklilik için yeterli değildir. Yediden yetmişe her Erzurumlu hem iyi, hem becerikli olmalıdır. Kamuoyunun gücüne hep vurgu yapıyorsunuz. Halk kalabalığı gerçek bir hazinedir. Halk denilen canlı ve hareketli kitleleri belli amaçlara yönlendirmeden hiçbir başarıya imza atamayız. Bu hazineyi tedavüle sokma sorumluluğu da önder şahsiyetlerindir. Bu nedenle çabalarınızı çok önemsiyorum… Karar vericileri zorlayıcı ve etkileyici toplumsal talep oluşturmak ve bu talebi yapıcı şekilde yönlendirmek meselenin bam telidir.
Bir Fransız atasözü ‘Yavaş yavaş hızlı git’ der… Size, yavaş yavaş hızlı gittiğiniz bu hizmet yolunda başarılar diliyorum…”
Bu fikirleri berrak, gönlü gani dostumuz, bizi fevkalade duygulandıran bir jest yapmış… Daha önce yayımlanmış biraz hamasi bir yazımızı, “Size sizin sözlerinizle sesleniyorum” notuyla eklemiş mektubuna…
İzin verirseniz yazıya ekleyeyim o bölümü…
“İlk soluğu ciğerlerimize havasından doldurmuşuz. Minik ayağımız, şefkatli dünya toprağıyla ilk burada tanışmış. İlk ezanı burada fısıldamışlar, henüz fani dünya sesi işitmemiş kulağımıza…
İlk tıraşımızı berberinde olmuş, ilk kesemizi hamamında attırmışız… İlk topumuzu çamurlu tarlalarında yuvarlamış, ilk uçurtmamızı rüzgârla burada tanıştırmış, ilk gındilliğimizi sokaklarında çevirmişiz.
Paçalı güvercinlerle sırdaşlık etmişiz ilk kez bacalarında… İlk kez kız peşine cumhuriyet caddesinde düşmüşüz, gönlümüzü evvela bu gök kubbenin altında havalandırmışız.
Dedemizi, nenemizi, babamızı cennetin selamlık kapısına burada tevdi etmişiz. Adına şehrimiz demişiz, insanını hemşehri bellemişiz.
Palandöken’nin tırnağına bir geven batsa yüreğimize zehirli okların saplanması bundandır. Bir parçalı bulut yüz dökse ejder tepesine, nazlanıp yağmur vermese; gönlümüz o dakika sina çölüne döner… Güneş çifte minareyi ısıtmasa tenimiz buz olur, mehtap şavkını Lalapaşa’dan esirgese o lahza hüzün kalbimize yatıya gelir.
Derdini dert, kederini keder bellemişiz. Bir sonsuz, doyumsuz kara sevdanın adına Erzurum demişiz!”
|