Woody Allen ölümden korkmadığını söyler
Woody Allen ölümden korkmadığını söyler ve ekler "Sadece, gerçekleştiğinde orada olmak istemem, hepsi o" Bu gibi zarif nüktelerin sahipleri dâhil hiç kimse “Ölüm geldiğinde orada olmamayı” başaramadı.
Kantçı ve Darwin’ci ideaları birleştiren Lapson “Ölüm kesinlikle kötü bir şeydir, ama bizlerin yapısındaki yaratıklar için büyük olasılıkla kaçınılmaz olan kötü bir şeydir…” diyerek sadece kendisinin değil, topyekûn “Kendi medeniyetinin” “En ezeli gerçek” karşısındaki ürkek teslimiyetini ilan ediyor.
Bizim Yunus, “Bizim medeniyetimizin” ölüm telakkisini şu sade kıtaya bakın nasıl sığdırıyor;
Ten fanidir, can ölmez
Çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil…
Merhum Necip FAZIL’ın,
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
Beyti’nin ilk mısra’ı pek muhteşemdir. Evet, “Ölüm perde ardından gelen en sır dolu, en hakiki, en ürpertici, en ibretli haberdir.” Lakin bendeniz ikinci mısraı tevile muhtaç görürüm.
Tasavvufî telakkiye en uygun vuslat gerçeği, şüphesiz “Şeb-i Arus” sırrında gizli…
***
“Ölesi olmayan” canlardan biri daha aramızdan ayrıldı, temiz ruhu beden kıskacından kurtulup, âlem-i bekaya kanat çırptı.
Haktan beratını aldı nur yüzlü Fahriye Halamız, nura gark oldu…
Berat gecesinde onu inşallah “Cennet bahçelerinden bir bahçe olan” kabrine emanet ettik. İnancım o ki, yüce Peygambere yeni bir komşu gönderdik, “Âlem-i Faniden”… İnşallah cümle geçmişlerimiz Peygambere komşu, Cennet-i alaya sakin olsunlar…
Ekseri Erzurum annesi gibi yüzü Kuran nurunun tecelligahıydı. Dilinden zikir, elinden tespih düşmez idi. Yâri Haktı, varı Hak’tı… Tıpkı Ondan evvel ebediyete yolcu ettiğimiz nenelerimiz, halalarımız, ezelerimiz gibi…
Gürcükapı Camiine cenaze namazı için gittiğimizde gördük ki, musallada bir cenaze daha var. Meğer o da Anadolu Ajansı Muhabiri değerli Muharrem AKSAKALLI kardeşimizin genç yaşta vefat eden babasıymış. Allah rahmet etsin, Muharrem Bey’e ve diğer yakınlarına sabır diliyorum.
***
İşte böyle bazen kendi acılarımıza dostlarımızı, okurlarımızı ortak etmek isteriz. An olur ki hüznümüz ak köpüklü sular gibi yatağından taşmak ister… Taşmak ister de ağyar gölcüklerine dolmak istemez, dost arklarında akmayı arzu eder.
Yoğun bir hüzün haftasını, kederimizi kalbimizin mutena bir köşesinde muhafaza ederek neşeyle noktaladık. Cumartesi akşamı da biricik dayımız Adnan YAYLALI’NIN dünyalar güzeli kızı Olcay’ı gelin edeceğiz. Hayat böyle bir şey… Bir yanda gerçek düğün… Şeb-i Arus… Diğer yanda tıpkı onun kadar güzel dünyevi bir mutluluk kapısı… Yine Şeb-i Arus…
Birkaç ay önce, bizden evvel göçüp gidenleri birkaç gün arayla rüya’da görmüş ve şu manzumeyi yazmıştım. O şiirin kadrosuna yeni misafirler eklendiğine göre… Şiirin bir bölümünü sizinle paylaşmama izin verir misiniz?
KARIŞIK RÜYALAR ALBÜMÜ
….
rüyalar gerçekten pek karışıktı
hep genç halleriyle gördüm
bizden önce göçüp gidenleri
nurdan kalıplara dökülmüştü
özlediğim bedenleri
hele de babamın o güleç yüzü
cennette dolaşan avize gibi
yenmişti ölümün karanlığını
ve ciğerparem büyükannem
duvarlar büyüklüğündeki tuvallere
habire resmediyordu
iffetli kadınlığını
yorgunluk hissetmeden dik yokuşlarda
rüyada bir hayalin peşine düşmek
nasıl bir duygudur tarif edemem
diyordun kulağıma fısıldayarak
ve ekliyordun tebessümler eşliğinde:
'gelmişim gelmenin son sınırına
artık bundan öteye gidemem...'
hayra yordum yine hayat rüyasını
dünyasını yıktım başına faniliğin
duymazdan geldim bir bebek feryadını
gezinirken sahibi meçhul bahçelerde
dikenlere takılmış beyaz bir gelinliğin
izleri vardı kırmızı güllerde
şafağa bir adım kala
tekrar geceye döndüğümde...
Vahdet Nafiz AKSU
|