AŞK-I MEMNU MİLLİ DİZİ, EKRANA KİLİTLEDİ BİZİ
Ankara’nın büyük liselerinden birinin başarılı müdürü, Atatürk Üniversitesi mezunu… Ekseri Erzurum mezunu gibi sadık bir dadaş dostu… Her ziyaretimizde güzel anılar naklediyor, anlatırken gözleri ışıl ışıl parlıyor, bazen de yaşarıyor.
Siyaset ve bürokraside çok sayıda Erzurum mezunu var. Bunların ortak iki belirgin vasfını müşahede ettim.
Bir, çoğunluğu bu şehri çok sevmiş, sevgileri ve bağlılıkları devam ediyor.
İki, Erzurumluya has vasıflarla vasıflanmışlar. Üstelik sadece dadaşı dadaş yapan güzel özellikleri almışlar, bizim şikâyetçi olduğumuz “Bozulmuş Erzurumluluğun kişilik zaaflarını” klonlayıp üzerlerine yapıştırmamışlar. En azından birçoğu öyle…
Disipliniyle meşhur müdür beye dedim ki “Hocam nasıl eğitim öğretim, gençliğimiz ne durumda?”
“Eğitim öğretim malum, biz emsallerimize göre başarılıyız, fakat genel durum ortada… Gençlere gelince…”
Eee… Mesele büyük… Zaman kısa olunca müdür bey cevap verip vermemekte tereddüt etti. Sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda.
- Biliyorsunuz, velilerle de sürekli işbirliği yapıp örnek bir disiplin sağladık okulda… Sizinle bu konuyu defalarca konuştuk. Öğrenci bizim odamıza girdiğinde bir baba şefkatiyle, ama aynı zamanda da bir baba otoritesiyle karşılaşacağını bilir. Asla içi titremez korkudan, ama kesinlikle de şımarmaz, şımaramaz… Biz sınıflara, katlara çıktığımızda bir sükûnet hali olur, kimseden çıt çıkmaz… Çıkmazdı daha doğrusu…
- Bilmem mi, her gelişimde şahit olmuşumdur bu tatlı disipline, bu baba evlat ilişkisine, bu ciddiyete… Ama çıkmazdı, dediniz… Derken de yüzünüzde bir hüzün bulutu gezindi… Ne yani, şimdi öyle değil mi?
- Bu seneki lise birlerde belirgin bir davranış değişikliği var. Gerçi geçen yıllarda da böyle şeyler vardı, yani disipline baş kaldırma, söz dinlememe, yalan söyleme, öğretmene saygısızlık, müdür karşısında edepsizlik gibi… Ama birkaç ay içinde bu serkeş öğrencilere belli alışkanlıkları kazandırmakta, kötü davranışlarını törpülenmekte, kontrol altına almakta ve genel bir düzen sağlamakta zorlanmıyorduk.
- Bu öğretim yılında zorlandınız mı yani?
- Zorlandınız mı ne demek… Birden ikiye geçtiler, hala bu öğrencilerimizin yüzde seksenini istediğimiz davranış kıvamına getiremedik… Bir kere bu öğrenciler çok yiyorlar ve çok konuşuyorlar! Ha şunu hemen belirteyim, ben sus deyince susan, otur deyince oturup, kalk deyince kalkan öğrenci tipinden hazzetmem… Medeni cesaret sahibi, hakkını hukukunu öğretmenine karşı savunan… Yerinde konuşan öğrenci yetiştirmeyi amaç edinmiş bir eğitimciyim… Şikâyet ettiğim gevezelik… Boş konuşma…
- Çok konuşmalarını anladım da… Çok yiyorlar derken…
- Evet, kesinlikle çok yiyorlar… Hepsi obezite adayı… Zaten okula hayli kilolu geliyorlar… Ve maşallah çok iştahlılar… Kantini bir teneffüste boşaltıyorlar…
- Ya çok konuşmaları…
- Aman Allah… Koridorda, derste, törende… Susturmak mümkün değil… Eski sınıfları bir iki ihtarla muma çevirirdik… Bunlar bana mısın demiyor! Öğretmen baş edemediği öğrenciyi makamıma getiriyor, öğretmenin karşımda duruşu öğrenciden daha edepli… Ben bir konuşuyorum, çocuk iki… Baş etmek mümkün değil, inanın…
- Aman Hocam, bunu siz söylüyorsanız…
- İnanın böyle… Abartmıyorum… Elbette bunun bilimsel bir temeli yok, söylediklerim kişisel gözlemlerimden ibaret… Kesinlikle son lise birinci sınıf nesliyle, diğerleri arasında bir “Kitlesel davranış farklılığı” ve “Kitlesel davranış ortaklığı” var.
- Değerli dostum, ben sizin gözlemlerinize, değerlendirmelerinize çok itimat ederim. Sizce bunun sebebi ne?
- Çok basite indirgemek gibi olmasın… Kolay bir tahlile kaçmayalım… Ama ben büyük bir faktör olarak DİZİLERİ görüyorum. Birkaç yıldır gösterilmeye başlayan birkaç dizi ilk yayına başladığında bu çocuklar ilköğretimdeydiler. Ve o diziler öğrencilerin bayıldığı dizilerdi. Bunlar o tiplere öykünmeyle yetiştiler… Öğretmene karşı kabadayıca konuşmayı, müdürü takmamayı marifet bellediler... Hele yaka bağır açıp bıçkın bıçkın yürümeyi öğreten kabadayı dizileri… Hepsi isyankâr tip yetiştirme fabrikası gibi çalışıp duruyor. Çocuk liseye kaydolmuş, daha bismillah ilk sınavına girmemiş… Dersi öğrenmeden “Çıkmayı” ve “Çakmayı” öğreniyor… Dizi bunu öğretiyor… Dizideki okullarda sevgilisi olmayan kız, yavuklusu olmayan erkek yok… Bunlar yüce, duygusal yoğunlukla gönülleri ferahlatan, zenginleştiren büyük ve masum aşklar yaşamıyorlar… Kısa sürede hamile kalınan, çocuk aldırılan ilişkiler doğalmış gibi sunuluyor…
- İyi de dostum, ailesi yok mu bu çocukların… Ana baba veremiyor mu terbiyelerini… İş dizilere mi kalıyor yani hepten… Bu biraz abartılı bir değerlendirme değil mi yaptığınız?
- Size kişisel kanaatimi söylüyorum… Aile çocuk ve genç davranışlarını tanzim eden, şekillendiren bir kurum olmaktan çoktan çıktı… Çocuklar bizim çocuklarımız değil artık, televizyonun çocukları… Anaları internet, babaları televizyon adeta… O yüzden, sağlıklı nesiller yetiştirmenin ilk basamağı düzgün yayın yapan; bilimi, kültürü, toplumsal değerleri önemseyen televizyonlara sahip olmaktır… AİLE VE OKUL inanın daha sonra geliyor… Onların bozduğunu, zaten tam düzgün olmayan okulların tamirini nasıl bekleyebiliriz?
- Sevgili hocam, sizden bunları duyunca içimden dedim ki, iyi ki Aşk-ı Memnu bitti! Yoksa işimiz haraptı vallahi! Okul dizileri dediğiniz gibi çocuklar yetiştiriyorsa, bunlar da maazallah Bihter’ler, Behlül’ler toplumu yapacak bu toplumu… Bak dün internette bir espri gördüm… Matmazel Behlül’e diyor ki; “Yahu Behlül, şu diziye matmazel geldim, matmazel gidiyorum, yazık sana”…O da cevap veriyor: “Dua et dizi erken bitti, Yaprak dökümü gibi uzasaydı görürdün gününü!”
Şükür ki bitti vallahi, Çok yenge “yengen olmaktan”, çok amca boynuzlanmaktan kurtuldu diyebilir miyiz, bilmem ki… Zihinler iğfal edildi bir kere, kılcal kalp damarı tıkanınca çaresi mümkün, ar damarı çatladı mı tamiri kabil değil. Yüz yıl öncesinin tefessüh etmiş ve belli zümreye mahsus ahlakını/ahlaksızlığını bugünlere aşılamanın ve kitlelere enjekte etmenin bilmem kime ne yararı oldu… Yengeyi yeğene düdükleten sanatın içine tüküreyim diyeceğim, enteller ayaklanacak yine!
|