Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
BEN BİR ŞEHİT BABASIYIM UZMAN DEĞİLİM

Akşamüzeri eve geliyordum. Her adım attığımda yüreğimi mengeneler içine alan... Ruhumu tabutluklara sokan... Uykudaki karasabanlar gibi iri pençelerini ağzıma kapayıp, soluklarımı kesen evime...

Böyle söylediğime bakmayın. Evladımın firkatiyle cehennem çukurlarından bir çukura dönen fakirhane, gün olur şenlik otağına benzer.

Şahadetinden sonra Mehmed’im, Cuma ve kandil gecelerinde ak kanatlarını çırparak melaike orduları eşliğinde gelip penceremin önüne konar... Bazen içeri girer, bazen nurdan gagasıyla camları tıklatıp sessizce geri döner…

Yüreğim fazlaca daraldığında Cumayı, Kandili, Bayramı da beklemez... Fatihalar mırıldanıp uyuklayıverince... Bir bakarım o...

Velhasıl dostlar, acayip haller içindeyim... Şehit babası olmanın gururu... Yelelerini okşamaya doymadığım bir Aslan’ın hasretine karışır da... Ortaya şefkatle hiddet, merhametle şiddet arasında gidip gelen böyle yaralı bir âdem evladı çıkıverir.

Kusura bakmayın. Geçen gün eve dönerken dâhil olduğum bir dost sohbetini anlatacaktım, söz nereye geldi. Son zamanlarda zihnimde dağınıklık var, çok sık geliyor başıma böyle şeyler. Velhasıl, dostların çay davetine icabet ettim... Limonlu çayla hararet gidermeye çalışıyordum ki televizyona gözüm ilişti.

Çehresine çokbilmiş bir ifade oturtan uzman şöyle diyordu: " Terör belasının arkasında dış güçler var. Hatta son roketli saldırıyı İsrail'in yaptırmış olma ihtimali yüksek..." Sonra bir sürü kalabalık laf, süslü püslü tahliller, tartışmalar…

Arkadaşlar, "Sen ne diyorsun" gibi yüzüme baktılar. Gayriihtiyarî mırıldanmışım:

"Ben uzman değilim, anlamam o kadarını... Arkasında kim var, önünde kim var bu işin, bilmem... Bir silah doğruldu benim yavrumun göğsüne... O silah, gerçek bir silahtı... O silah, bir kişinin ellerindeydi... O eller gerçek bir insanın elleriydi... O silahın tetiğinde bir kalleş parmak vardı... O parmak bir kişinin parmağıydı... O silah patladı, o mermi namludan çıktı, o mermi dağ gibi bir aslanı yere yıktı... Ve o aslan şu anda yok... Ve ben o aslanın doğup büyüdüğü, ama ebediyen bir daha içinde olamayacağı eve yalnız gidiyorum... Ve ben uzman değilim, ben sadece bir şehit babasıyım anlamam o işlerden"

Limonlu çayımı tamamlayamadım, yine içime bulut bulut karanlıklar hücum etti. Yarım bardağı usulca tabağa koyarak koşar adımlarla gelip, hücreme girdim. Saadet kapımdı burası evet, hücrem oldu... Müebbeden hem de...

Oturdum öylece... Evimin direği iki büklüm olmuş... Ayşe’m, helalim, kadınım... O büsbütün suskunluğu seçmiş. Pek konuşmuyor benimle ve kimseyle... Sesini soluğunu namaz sonrası duasına saklıyor... Evladına söyleyeceklerini dua yağmurlarına katıp, yaratana postalayıveriyor ömürlük seccadesinin üstünden... Sözünü zikrine katıyor, iadeli taahhütlü mektup gibi melaikelerin kanatlarına iliştiriyor.

Almanya’daki yeğeni kendisine şu şiiri yollamış. Ara sıra okuyup ağlıyor.

Ellerini sızılar içindeki dizlerine
Düzgün aralıklarla vurarak
İlahi müzikler bestelemekteler
Pişkin yüzlere karşı sessiz, ümitsiz
Çığlıklarla okunsun diyerek
Anacıklarım hey anacıklarım

Körpe bir fidanın baltayla kesilmesinden
Titremesi gibidir ormanın… İnlemeleri…
Ses tellerinin ev sahibidir kara haberler
Yürekler ah yürekler ne kadar harabeler
Sırf bir evlat musallaya konulmuş diyedir
Böyle içtenlikle ezan dinlemeler
Anacıklarım hey anacıklarım

Başlarında yuva yapıp durmada
Zulmün alıcı kuşları
Bütün saatler eceli vurmada
Bundandır telaşları
“Ölüler hey ölüler
Doyulmaz sevgililer “
Diyerek ağıtlar yakmada yine
Anacıklarım hey anacıklarım

Bir daha gelmemenin adı burada sevda
Bir daha sessiz yürek vuruşlarıyla
Selam vermemenin yani…
Bir daha gülümsememenin adı burada ölüm
Bir daha ana diyememenin yani
Bir daha oğul diyememenin
Anacıklarım hey anacıklarım…



Sözü sohbeti bize haram eden helalimi seccadesi üzerinde bırakıp gazetelere bir bakayım dedim.

Aman Allah’ım, kurşunu evladımın kalbini bulan bu kalleş adamın sözü bir obüs güllesi olup, her seferinde gelir nasıl saplanır göğsüme benim? Televizyonu açarım onun herzeleri, gazeteye bakarım onun hezeyanları...

Gene kusmuş kinini, demiş ki Teröristbaşı: “Anayasa'ya Kürtlerin kültürlerini güvence altına alan bir madde eklensin. Benim bu süreçte katkı yapabilmem için Meclis karar alacak, önümü açacak. Daha önce de Koçgiri İsyanı konusunda Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Anayasada 'anayasa Kürtlerin haklarını, kültürlerini güvence altına alır' şeklinde tek bir madde yer alırsa çözüm gerçekleşir”

Eee… Meclis karar alıp önünü açmazsa ne olur?
İhanet devam eder… Oluk oluk kan akar…
Terör kudurur, gece pusu kurar, gündüz arkadan vurur…
Yollara kalleşçe mayınlar döşer… Yüreklere tarifsiz acılar düşürür.
Kanı bozuk soysuzların yüzünden tek ruh, tek beden, tek can olmuş Türk’le Kürt bir birini boğazlasın, iç savaş çıksın diye didinip dururlar… Şükür, asil Kürt ruhu bu ihanetin farkındadır ve yüz vermez içinden çıkan bu halk ve hak düşmanlarına…

Eşkıyanın açıklamaları kanımı beynime sıçrattı. Düşündüm... Benim evladım, tıpkı kanlı talimatlarıyla toprağa düşen otuz bin can gibi artık aramızda değil…

Ama bu adam her sabah konforlu yatağından kalkıyor... Traşını oluyor... Bir kuş sütü eksik sofrasında kahvaltısını ediyor... Odası, düzenlemeler esnasında iki üç santim daralsa kıyameti koparıyor... Başı ağrısa doktoru hazır... Dişine hafif bir sızı girse, diş hekimi başucunda... Bizim azı dişlerimiz paslı kerpetenlerle sökülmüş, kimin umurunda?

Geçenlerde sordum bilen birine..."Büyük devlete bu yakışır, o artık bizim mahkûmumuz, yani misafirimiz ve hukukun kendisine sağladığı her türlü imkânı elbette kullanacak..."

Boynumu büktüm ve şöyle dedim: " Kusuruma bakmayın Beyim, ben uzman değilim, ben sadece bir şehit babasıyım... Anlamam o işlerden... Benim oğlumu çağırdı devlet askere, anası ak alnına al kınalar sürüp yolladı... Gitti ve artık bir daha gelmedi... Ben bunu bilir, bunu söylerim... O şimdi evet, cennette, kutlu olsun... Ama o koca aslan daracık bir kabre sığdı da onu katleden katillerin başı konforlu mahpushanelere sığmıyor, meclis önümü açsın, çıkarsın beni burdan... yoksaaa... Diyor..."

Meclis dedim de… Hatırıma geldi. Epey zaman önce dernek bizi oraya götürdü. Binanın kapısına yaklaşmıştık ki… Kırmızı plakalı bir makam arabası olanca görkemiyle yaklaştı. Şoför fırlayıp kapıyı açtı… Adam azametle araçtan indi, mağrur şekilde yürüyüp gitti… İçime sıkıntı çöktü… Burnuma kan ve barut kokusu geldi… Adamın yüzünü bir yerlerden çıkaracağım… Hah, buldum… Bu, kürsülerden terörist başına övgüler yağdıran adamın ta kendisi… PKK’ ya terörist örgütü demeyen, terörist başına “Başkan” diye hitap eden… PKK’NIN meclis müfrezesi… Ve kırımız plaka… Şoför… İhanet harçlığı niyetine dolgun maaşlar…

Dediler ki…” Kızma, demokrasi, halkın temsili…” gerisini işitemedim…

Dedim ki: “Ben şehit babasıyım, uzman değilim… Ben de rahmetli evladım da ömrümüzce kırmızı plakalı araca binmedik, kırmızı halılarda yürümedik... Mehmet’im al kanını döktü, al bayrağı için… Kırmızı ile tanışıklığımız bundan ibaret…”

Meclis gruplarına da gittik, liderleri dinledik o gün… Yine şehitler verilmişti ve konuşmalar o minval üzereydi… Vatan dedi hepsi, bayrak dedi hepsi… Bölünmez bütünlük dedi hepsi... Terörle mücadele dedi hepsi…

Ben işittim bu sözleri, çoğunu onayladım, hak verdim… Ama Grup konuşmalarını hiç kaçırmayan aslanım, civanım, Mehmet’im duymadı, duyamadı o sözleri. Bugün, toprağın kara bağrını ak bedenleriyle süsleyen sekiz kahramanın da duyamayacağı gibi…