NE KADAR ÇOK YILDIZ PARLARSA GÖK O KADAR GÜZEL OLUR
İnsanlık halleri işte. Gün olmuş eşimiz dostumuz, komşumuz, akrabamız bir nimete kavuşmuş. İyi işler görmüş, takdir edilmeye başlanmış. Yahut mevlanın lütfu keremine mazhar olmuş, servete, mala kavuşmuş.
Ne yapmak düşer bize? Sevinmek, sürurlanmak, gururlanmak…İnsanlık, ahlak, inanç bunu emreder emretmesine de…Kör şeytan hemen çıkar pususundan başlar iğfale.
Önce haset küçük tohumlar halindedir yüreğimizde. Bu evrede şöyle deriz içimizden : ”Yahu şunun var benim niye yok?”, “ Buna para verdi Allah, bana niye vermedi?” ,” Bak şu terfi etti, ben edemedim, öteki han hamam dikti, ben fukarayım hala”…
Bu liste uzar gider. Nefse ağır gelir eşin dostun sahip oldukları, bizim erişemediklerimiz. Bu safhadaki hasetlik “Başkalarının sahip olduğuna kendisinin de erişme” arzusudur belki bir parça... Biraz anlaşılırdır, azıcık terbiye edilse, frenlenebilse kişinin başarı azmini kamçılayıcı bir özellik sayılıp, hoş görülebilir de…
Sonra iblis, pusudaki yerini terk edip kalbimize tahtını kurmuştur. İğfalatı, tecavüzü had safhaya ulaşmıştır. Elimizden tutup, hasedin en zehirlisinin, en yıkıcısının, en alçağının otağın taşımıştır bizi…
Artık şöyle demeye başlarız: “ Allahım, bana da verme, ona da verme…Bende olmasın, ama ondakini de al!”
Evet, işte bu evre hasedin ikinci ve yıkıcı, kavurucu, nükleer dalga yayıcı evresidir. Ben, Erzurumlunun en alçağına bile yakıştıramam, ama anlatırlar ya…Vakit saat tamam olmuştur. Yıllardır hasretle beklenen Hızır Alayhisselam gelip, bir gözü ama hemşehrimizin kapısını çalmış ve demiştir ki : ” Ey müslüman, müjdeler olsun işte geldim, dile benden ne dilersen, mevlanın izniyle yerine gelecek dileğin. Ama bir şartım var, kendin için ne isteyeceksen, komuşuna da onun iki katı verilecek…”
Bir gözü ama dostumuzun meğer okkalı haset okları isabet edip kör edivermiş kalp ve gönül gözünü de hepten. Demiş ki “ Ya hızır, Cenab-ı Hakka dua et, benim şu gören gözümü de kör etsin!”
Gitti gitmesine hasudun tek gören gözü, lakin komşusu da iki gözü birden kör olup amalar ordusuna karışıverdi! Hasetlik kanalizasyonuna düşmüş bir alçağa, bundan büyük saadet olur mu?
Maalesef dün de öyleydi, ama günümüzde daha da arttı…Her sokak başında kapağı açık bir haset foseptiği var. Düşüp, ömür boyu burada debelenenleri ve eteğinden tutabildiklerini yanına çekenleri görüp esef ediyoruz, hayıflanıyoruz.
Çoğu kez de, eteği bu uzun kollu canavara kaptırmamak için, kestirme yollardan kaçıp, dolambaçlı güzergahlara sapıyoruz. Menzile erişmeye o yüzden çoğu kez muktedir olamıyoruz.
Eminim, birçok dostumuzun temiz alnına alçak eller tarafından “Haset asitleri” atılmaya teşebbüs edilmiştir. Nicelerinizin tertemiz elbiselerine “Hayınlık çamuru” sıçratılmıştır.
Erdemli, hayalı, terbiyeli, başarılı insanlar beyaz elbiseleriyle çamurlu caddelerde yürüyen insanlar gibidir. Ne kadar dikkat etseler de, hayının, hasedin kirine pasına elbette maruz kalma ihtimalleri vardır.
Eee, hal böyle diye evlerine kapanıp oturacaklar mı erdemli, haysiyetli, namuslu eroğlu erler! Maharetlerini, marifetlerini, enerjilerini mezara mı götürecekler, hayınlık canavarından çekinip?
Elbette ki, hayır…Hasudu çatlatmanın bir tek yolu var. Mahareti toplumla paylaşmak, iş üzerine iş koymak, başarı öykülerini destana çevirmek…
Evet, yıkıcıdır hayının gücü, ama şeytani bir güçtür o. Burnundan kıl aldırmayan hain iblis, nasıl mümin besmelesini işitir işitmez kaçacak delik ararsa…Bunlar da, başarı gördükçe iğne batırılmış balona dönerler…
İyi işler görüp, başarı destanları yazdıkça “Gudik havlamalarıyla” ürkütülmeye çalışılan dostlarıma tavsiyem şudur:
Nerde bir hasut görürseniz çekin yürekten bir besmele, okuyun gulevuzu surelerini…Hele bir de yedi ayetelkürsi tilavet ettiniz mi…Başarı merdivenlerini sabırla, sebatla tırmandınız mı…Çatladı gitti hayının, hasetçinin pis yüreği…
Debelene debelene boğuldu kendi foseptiğinde…
Henüz hasedin ilk evresinde olanlara da bir tavsiyem olacak.
Gökyüzünde milyarlarca parlayan yıldız var. Biri birine hiç engel olmadan…Bkın onlara, biri diğerini kara deliklerde yok etmeye uğraşmıyor. Kendi ışığını yayıp duruyor.
Unutmayın,
Ne kadar çok yıldız parlarsa gök o kadar güzel olur.
Bakın Erzurum’un bereketli ilim, irfan, kültür göğüne…İbrahim Hakkı’lar…Alvarlı Efeler…Nef’iler…Emrah’lar…Sümaniler…Nasıl da parlıyorlar çoban yıldızları gibi…Onların yanına yeni ve hatta daha parlakları gerekmiyor mu sizce?
Hepinize yer var gök yüzünde, ey hasutlar, kara kalplerinizi tövbe ile yıkarsanız, size bile!
Yeter ki enerjinizi nur yapıp parlamak için harcayın; haset alevi haline getirip etrafınızı yakmaya uğraşmayın…
|