Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
ELMA,PORTAKAL,KIVIRCIK

Dostlarla yemekteyiz. Garson, “Yiyin efendiler, yiyin” bakışlarıyla yaklaşıp, nazik reveranslarla soframızı donatıyor. Televizyon tam karşımdaki duvarda. Göz ucuyla izliyorum.

Pazar alışverişi telaşındaki kalabalığa yaklaşan muhabir, nur yüzlü bir teyzeye mikrofonu uzatıyor.

“Teyzeciğim, Pazar için ne kadar para ayırdın?”

“10 lira, evladım!”

“Peki, ne alacaksın?”

Kadıncağız, on lira derken hafiften kızarmıştı, bu soru karşısında sarsıldı, yutkundu:

“ Elma, portakal, kıvırcık” dedi…

Birkaç kişiyle daha benzer söyleşiler. Ama onları dinlemeye mecalim kalmadı. Kulaklarım o cümlede takılı kaldı:

“ Elma, portakal, kıvırcık”

Ve bunları on liracığıyla alma telaşındaki on binlerce anneden biri!

Birden iştahım kaçtı, lokmalar boğazıma dizildi.

***

Yemekten sonra meseleyi arkadaşlarla epey konuştuk. Bazı dostlar gelir dağılımındaki müthiş uçurumdan, gittikçe artan işsizlik, yoksulluk ve yoksunluktan söz ettiler. Hükümet yanlıları, son yıllarda bu alanda atılan adımları anlattılar, eskiyle mukayeseler yaptılar.

Muhalifler, hararetle karşı görüş beyan ettiler. Söz dönüp dolaşıp Erzurum’a geldi. Bu aralar ne zaman Erzurum sohbet konusu olsa 2011 gündeme geliyor.

Bir arkadaş dedi ki: “ Geçenlerde merak ettim dolaştım tesisleri, maşallah güzel ilerlemeler kaydedilmiş, inşaatlar bihakkın ilerlemiş, ödenek sıkıntısı falan da yokmuş, herkes seferber olmuş elinden geleni yapıyor, inşallah şehir bu işin üstesinden gelecek…”

Bir başkası söze karıştı:

“ Tesisler konusunda haklısın, ama halk buna hazır değil, kentsel dönüşüm tamamlanmadı, civar mahalleler perişan…”

Birden akılma geldi. Geçen gün konuyla ilgili toplantı yapılmış. Civar semtlerin perişanlığı dile getirilmiş. Söyleyenlerin yalancısıyım, şöyle bir teklif ortaya atılmış: “ Bu görüntülerle 2011 gibi bir büyük organizasyona ne yüzle gireceğiz, on ayda dönüşüm sağlanamayacağına göre, gelin bu semtlerin üzerini brandalarla kapatalım!”

Hah… Bizde de böyle olur tedbir dediğin!

Sanırım bu arkadaşların ürettiği bir latife…

Ama kentsel dönüşüm konusunda işlerin yavaş gittiği gerçek. Tüm işleri getirip 2011’e bağlanmasından hoşlanmıyorum. Kendimizi el âleme beğendirme telaşını, görücüye çıkmaya hazırlanan genç kız şoşartmasını şehrin vakarına yakıştırmıyorum.

Elbette gereken yapılmalı, yapılıyor da… Evet, 2011 önemli bir organizasyon… Ama nihayetinde organizasyon işte... Ne şehrin ekonomik kurtuluşu, ne de sosyal, toplumsal milat… Yani, gelecekte bu etkinlikten söz edilirken “2011 den öncesi ve sonrası” denmeyecek…

Yeter ki şehir yöneticileri işin önemini kavrasınlar, bu müthiş tanıtım fırsatını iyi değerlendirsinler, büyük masraflara mal olan tesislerin daha on yıllarca şehir ekonomisine katkı sağlamasına yönelik akılcı adımları şimdiden atsınlar.

Yoksa kentsel dönüşüm de… Diğer büyük kalkınma atakları da 2011 den müstakil amaçlardır. Sürekli ve sürdürülebilir projelerdir. Sık sık revize edilmesi gereken uzun soluklu planlardır.

Ve de…

Haftada bir pazara on lirayla gidip “ Elma, portakal, kıvırcığa” talim eden “Kent yoksulları” bizim öncelikli ve sürekli problemimizdir.

Hiçbir kent “ Şehir seçkinlerinin” süslü yaşamlarından ibaret değildir. Madalyonun diğer tarafı, yani “ Üzeri brandayla örtülesi” yanı da vardır ve projektörler asıl bu yanda gezinip durmalıdır.

Beyanat kalkınmacılarının parlak açıklamalarına bakar mısınız? Gazeteler hep kentleşme ataklarından, alışveriş merkezi atılımlarından, merkezi park ve bahçelerden dem vuran haberlerle dolu.

Şehir önderleri, yağmur yağdığında evlere su basan, yolları çakır çukur, temizliği felaket bu yerleşim merkezlerini sadece şekilsel olarak “Düzeltilmesi, dönüştürülmesi gereken yerler” Gibi görme eğilimdedirler… Yarım yamalak kentsel dönüşüm çalışmasıyla bu alanlara pansuman yaptın mı tamam! Bu kadarının bile gereken süratte becerilemeyişi ayrı bir gevşekliktir ya, neyse…

Bu şekilsiz şükülsüz viranelerde yaşayan “Kent yoksullarına” sosyolojik ve toplumsal açıdan yaklaşanların sayısı galiba yeterli değil. Bilmem belediyeler, kent planlaması ve kentsel dönüşüm konusunda sosyologlar ve toplum bilimcilerle hiç istişare ediyorlar mı?

Bizim yerel basın da, kapı önündeki çukuru haber yapar, ama genellikle içerdeki faciadan habersizdir.

Söz gelimi bizim valinin, mahalle başı gezisi "Mahalle başı çıkarması" oluyor. Şehir yöneticisinin şehrinin vali konağına iki adım mesafedeki mahallesine tenezzülen teşrifine büyük anlamlar yükleniyor.

Öyle ya bu "Sessiz ve öfkeli küskünler", yani üzeri brandayla örtülesi varoş evlatları bizim için “Köyden gelen, şehri işgal eden, şehri şehir olmaktan çıkarıp büyük bir köy haline getiren” topluluktan ibaret…

Özellikle belediyeler ve onların seçilmiş organları “Kent yoksullarının geleceği “ ve “Şehirle entegrasyonu” konusunda vizyon ve proje sahibi olmalı… Hanelerin dışı kadar içi de düşünülmeli… Şehri yönetmek böyle bir şeydir.

Ah pazarda buruşuk on lirasını muhabire mahcubiyetle gösterip, bununla “ Elma, portakal, kıvırcık” alacağını söyleyen nur yüzlü teyzeciğim… Bak, bir tek cümlen bizi aldı nerelere götürdü!