Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
“POLİTİKADAN AZADE VATAN KUVVETİ”.

Anayasamızın, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini tanımlayan 104. Maddesi şöyledir: “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”

Bu maddede yer alan “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışması” keyfiyetini çok önemli bulurum, devletin bekasını bu düstura bağlarım.
Devlet aygıtında zaman zaman bazı aksaklıkların meydana gelmesi doğaldır. Organların düzenli ve uyumlu çalışması halinde bu aksaklıklar süratle giderilir, böylece idarede başıbozukluk, dağınıklık, dirayetsizlik ortaya çıkmaz.

Organları arasında baş göstermesi muhtemel uyum ve düzen sorununu gerekli hız ve zamanda giderilemeyen devlet, “Spastik Devlet” haline gelir. Temel erkler, beynin komutunu dinlemez olur. Gözün beyinden, beynin kalpten haberi olmaz. Sağ kol bir yana çeker, sağ ayak bir yana yürür. Vücudun savunma mekanizması, düşman virüsleri tanıyamaz artık, dolayısıyla tehdit algılamaz onlardan. Çünkü aşılar zamanında yapılmamış, tehdit tanımında hata edilmiştir. Üstelik vücut yanlış beslenmiştir. Bağışıklık sistemi düşman unsurlarla mücadeleden aciz vaziyete düşmüştür.

Bu tablo, “Devlet zafiyetini” tanımlar. İç acıcı değildir. Tedavisi zordur.

Devlette “Uyum ve düzen” sorunları baş gösterdiğinde, işin kolayına kaçar, genellikle siyaseti suçlarız. Aslında iş daha vahim ve ciddidir. Keşke sorun sadece siyasette olsa… İyi kötü işleyen bir demokrasimiz var. Sandık gelir ortaya, millet söyleyeceğini söyler. İradesiyle, varsa aksaklıkları giderir. Hangi lider ya da parti, halk iradesini hiçe sayıp “ Yok arkadaş, ben bu seçim sonucunu beğenmedim, iktidardan gitmiyorum…” demiştir, diyebilmiştir. Ya da, hangi lider ya da parti seçim kazanmadan iktidar olmuştur?

Demem o ki, siyaset kurumundan kaynaklanan aksaklıların giderilmesinin yolu açık. Milletin şifalı soluğu, mevcut ya da muhtemel siyasi hastalıkların şifasıdır.

Ya sorun diğer erklerde ise ne olacak? İşte o zaman mesele girift hale geliyor. Erkler, devletin bekası için çok elzem olan “ Düzen ve uyum” prensibinden kendi müstahkem kalelerini korumak, sistem içindeki ağırlıklarını muhafaza etmek uğruna vazgeçebiliyorlarsa… Ortaya rejim meselesinden daha ağır sorunlar çıkabilir.

İşte bu “Ahval ve şeraitte” yapılması gereken şudur: Tek tek organlar, vücudun bütünü için seferber olacaklar. Beyin “Ben beyinim, kol, bacak, göz kulak tanımam... Onlar bana tabidir…” Demeyecek… Derse, kör, kötürüm, sağır bir beyin olur…

Göz, “Ben gözüm, ben olmasam beyin görmez, el kavramaz, ayak yürümez” demeyecek… Kendi nurunun farkında olacak, ama diğer organlar olmadan bir kıymet taşımadığının bilincinde olacak.

Velhasıl, tüm organlar “ Uyum ve düzenin” hem breysel, hem de bütünsel varlığın temel şartı olduğunu hiç unutmayacaklar. Hayatiyeti sürdürmenin temel koşulu budur çünkü.

Yargı erki, “Hukuk devleti zırhı arkasında devleti Hâkimler Devletine” dönüştürmeyi ister mi? Gönlüm, “Hayır istemez” cevabı vermek eğilimindedir.

Yasama erki, “ Ben sistemin beyniyim, başka güç tanımam çabasında mıdır?” Aklım bu soruya samimiyetle “Hayır!” cevabı verebiliyor.

Yürütmenin de anayasal çizgi içinde kalması gerektiğini hepimiz her zaman vurguluyoruz.

Sistem içinde elbette “Özel bir yeri olan” ordu gerçeğini inkâr edecek değiliz. Ancak o gücün de “ Organlar arasındaki uyum ve düzen” kuralından “Müstağni ve azade” olmadığını ayrıca vurgulamaya gerek var mı?

Bugünlerde tartışma konusu haline gelen bu “Kadim Türkiye gerçeği” hakkında elbette bizim de söyleyecek sözümüz var. Ancak kişisel görüşlerimizi paylaşmak yerine, İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’NÜN “DEFTERLER” İNDEN bir bölümü aktaracağım sizlere.

“Milli şef “ olarak nam salmış, iktidarı süresince, devrinin de icabı gereği “Özgürlükçü” bir yönetim üslubu benimsememiş, böyle bir kaygı taşımamış olan bu önemli devlet adamımız, en azından kavramsal ölçekte bugünkülerden daha demokratik bir yaklaşım sahibidir. Tıpkı Atatürk gibi, Millet Meclisi’ne ve halk iradesine son derece saygılıdır, en azından devlet sistemi içinde meclisi çok yüce bir mevkie yerleştirmekte titizdir.

“Bu meclis anayasa yapamaz” görüşündeki Sayın Baykal”ın kulaklarını çınlatarak, İNÖNÜNÜN “ Takrir-i sükûn kanunun süresinin uzatılmaması için yapılan görüşmelerde yapacağı konuşma için hazırladığı metnin bir bölümünü alıyorum aşağıya alıyorum. (Bu metin İnönü’nün, 4 Mart 1929’da TBMM’DE Takrir-i sükûn kanunun süresinin uzatılmaması için yaptığı ön hazırlıktır. İnönü, konuşma metninden yararlanmakla birlikte, bire bir okumamıştır. Konuşmadan sonra deftere şu ibareyi yazmıştır: Meclis’te takrir-i sükûnun ilgası nutku. Büyük muvaffakiyet.)

***

“Devletin ilelebet payidar kalması” büyük ölçüde “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasına” bağlıdır.

Yerleşmiş, kuvvetli bir cumhuriyet idaresi. Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarda, hükümet teşkil ve murakabesinde otoritesi.



Cumhuriyetin müdafaa kuvvetlerinin, yüz senelik çetin felaket tecrübelerinden sonra bünyesinden yerleşen politikadan azade vatan kuvveti.

Büyük Millet Meclisi Hükümetinin icra vasıtası olmak mahiyetine güveniyoruz.

Nihayet Milletin intihap hakkına güveniyoruz. Samimi veya isabetsiz türlü sebeplerle iktidar mevkiini elde etmek isteyenlere intihabatta (seçimlerde) milletten rey almak yolunu gösteriyoruz.

İktidar mevkiine çıkmak için Büyük Meclisin ekseriyetini almaktan başka çare olmadığını bir daha hatırlatmak isterim.

Politikayla uğraşanlara bir noktayı tekrar edeyim. Bu memlekette bu meclisten büyük kuvvet yoktur. Bu meclisin bir kararına karşı durmak isteyen hâkimin her halde kendini aciz bırakan hükmüne mahkûm olacaktır. Bu Büyük Meclis, memleketimizi nasıl sayısı bulunmaz harici, dâhili bin düşmanın pençesinden zorla kurtardı ise,

Bu büyük Meclis, yüzlerce senelerin ezgilerini ve göreneklerini yenerek cumhuriyeti kurdu ise,

Bu meclis cumhuriyeti görünür görünmez bin kötü niyete ve kasta karşı müdafaa etti ise,

Büyük Milet Meclisi, gelecekte de yine cumhuriyeti, vatanı, kanunlarına ve kendi iradesine yine öyle hak ve içeriden veya dışarıdan bir ihtiyaca göre derhal alacağı tedbirlerle yine muhafaza, müdafaa etmeye muvaffak olacaktır.”

***

Ordumuzun sistem içindeki yerini yasalarımız belirlemiştir. Bizler de bu konuda çeşitli teorik tanımlar yapabiliriz. Ama sanıyorum ki, hiçbir tanım İNÖNÜNÜN, başlığa aldığım nitelemesi kadar güzel ve isabetli olamaz: POLİTİKADAN AZADE VATAN KUVVETİ”

Sonuç olarak diyeceğimiz şudur: Büyük milletin küçük meclisi olmaz… Meclise küçük nazarıyla bakanlar, milleti küçük görüyorlar demektir