KOZMOKRAT DADAŞLAR
Bir iş adamı anlatıyordu geçen gün televizyonda. 2002 yılında Çin’e gitmiş. Dönüşte yanına oturan gence, bu uzak diyarlarda ne yaptığını sormuş. Genç, “ Tavukayağı ihraç ediyorum.”Demiş. Meğer Çinliler tavukayağı çorbasına bayılıyorlarmış. Bizim genç girişimci bağlantıları kurmuş, Türkiye’den toplayıp sıhhî koşullarda ambalajladığı kemikleri ihracata başlamış. Çok iyi de para kazanıyormuş.
Bu ilginç başarı öyküsünü işitince düşündüm. Dünyanın dört bir bucağında, sanki Taksimde, Kızılay’ da tur atar gibi dolaşan binlerce vatandaşımız var. Bunlar ne yapıp etmiş, İngilizceyi, Rusçayı, Çinceyi bihakkın öğrenmişler. Dünyayı avuç içi gibi kavramışılar. Hava alanlarını mesken tutmuşlar, uçağı gündelik binek bellemişler.
Bu “Seyyah tüccar” tipinin yanında, çok iyi üniversitelerden mezun olup, küresel şirketlerde yönetici konumuna yükselen yüzlerce “Türk Kozmokrat’ından” söz ediliyor. Kozmokrat kavramını beş altı yıl önce ilk kez okuduğumda burun kıvırmıştım. Sonra ilgimi çekmeye başladı. “Kavram, Sovyet uzay insanlarına verilen kozmonot adından türetilmiş. Kariyer basamağında tırmanmayı, tıpkı uzaya çıkma gibi algılayan, geleceğini küreselleşmenin dinamizmlerine bağlayan insan davranışına bu ad veriliyor.”
“Bilişim teknolojilerini çok iyi kullanarak, zamanı ve mekânı sıfırlayan Kozmokrat, gücün oluştuğu yer neresi ise soluğu orada alıyor. Kozmokratların en büyük özelliği, tıpkı uzayda tur atan kozmonotlar gibi, sürekli göç halinde olmaları. Ancak kozmokratlar buna göç değil, seyahat adını veriyor.”
Şimdi size “Kozmokrat olmak ister miydiniz?” diye sorsam cevabınız ne olurdu? Doğrusu bana çok cazip gelmiyor. Birkaç dil bilmek, önemli şirketlerin direksiyonuna geçerek dolara boğulmak, küresel elitler arasına karışmak kariyerperestler için bulunmaz nimet.
Dostlarımın böyle imkânlara erişmesini isterim. Ancak, kozmokratlığın doyduğu yeri vatan belleyip, doğduğu yere dönüp bakmayan yanını benimsemiyorum. Bilgi ve sermaye emperyalizmine gönüllü teslimiyet karşılığında parlak bir kariyer, rahat bir hayat… Tercih meselesi… Benim tercihim; iş adamı, bilim adamı ve öğrencilerin sürekli hareket halinde olması, göçmesi ama geri dönmesi…
Yani “göçer konarlık” değil, “ Göçer dönerlik”…
KÜRESEL ÇERÇİLER UZAMI
Göçer döner girişimci sınıf oluşturma keyfiyeti şehir elitinin gündeminde olmalı.
Türkiye’de üretilen malları pazarlamak için gece gündüz uçup duran yaratıcı girişimci sınıfa ben “Küresel çerçi” diyorum. Manuel Castells’ten ilhamla, küresel çerçiler uzamını, ağlar uzamının en dinamik kesimi saysak yeridir.
Küresel çerçiler dünyayı biliyorlar, birkaç dili rahat konuşacak kadar öğrenebilmişler. Çok girişken ve cesurlar. Kahvehane köşelerinde gece yarılarına kadar okey dizmektense, rızıkları peşinde âlemi gezmeyi yeğlemişler. İyi kazanıyorlar. Becerikliler. Aralarında iyi eğitim görenler de var, yükseköğretim fırsatı bulamadan hayata atılanlar da… Küresel Çerçiliğin kozmokratlıktan farkı temelde burada. Parlak üniversiteler bitirip, küresel elitler arasına girme amacı gütmüyorlar. Para neredeyse oraya göçüp yerleşmiyorlar. Kazanıp dönüyorlar.
Göçer konar girişimci değil bunlar, göçer döner tüccar… Erzurumlu girişimcilerin bu işe elverişli olduğunu düşünüyorum. Kahveleri dolduran gençlerin bir parça elinden tutulsa; lisan öğrenmeleri, bilişim kurdu olmaları sağlansa… Ve bunlar avuç içi kadar küçülen dünyaya salınsa… Çok geçmez, “ Uçaktaki koltuk arkadaşına Çine maçine nasıl tavukayağı pazarladığını anlatan” nice küresel çerçimiz olur!
Özellikle Rusya ve Türk Cumhuriyetlerinde iş yapan hemşerilerimiz çok başarılı oldular. İşsizlikten bunalan Erzurum evlatlarına küresel pencereler açmak için bir şeyler yapmalıyız. Dil, bilgisayar, bilişim kursları, “Yurt dışı iş kurma kredileri/teşvikleri” gibi…
GÖÇER DÖNER BİLİM İNSANLARI/ÖĞRENCİLER
Sürekli okuyucularım hatırlarlar. YENİ TIP FAKÜLTESİ VE MÜHENDİSLİKLER NASIL YAPILANDIRILMALI?” başlıklı yazımızda şöyle demiştik:
Bilkent Üniversitesi Küresel ve Uluslararası İlişkiler Programı öğrencileri, eğitimlerinin iki yılını (birinci ve üçüncü sınıflar) Bilkent Üniversitesi'nde, diğer iki yılını (ikinci ve dördüncü sınıflar) ABD'deki New York Eyalet Üniversitesi Sistemi'ne (State University of New York - SUNY) bağlı Binghamton Üniversitesi'nde geçirmektedir. Programı başarıyla tamamlayan öğrenciler, biri Bilkent Üniversitesi'nden ve diğeri SUNY-Binghamton Üniversitesi'nden olmak üzere çift lisans diplomasıyla mezun oluyorlar.
Evet, iş adamlarının, orta halli girişimcilerin bile dünyayı suyolu ettiği zamanımızda… Kürsülerine çakılıp kalan öğretim üyeleriyle… Yerleşkenin dışına çıkmadan mezun olan öğrencilerden oluşan bir üniversitenin küresel ihtiyaçlara cevap vermesi, DÜNYA ÜNİVERSİTESİ olması ne kadar mümkündür?
Beyin ve yetenek göçü kötü bir şey… Türkiye bunun zararını gördü. ABD üniversitelerine gönderdiğimiz birçok akademik personel geri dönmedi. Göçer konar bilim insanı oldu. Ama oraya giden Japon, Çin ve Hintliler kimlik ve kişiliklerinden bir şey kaybetmeden, bilim ve teknolojiyi en iyi şekilde tahsil edip ülkelerine taşıdılar. Yani göçer döner bilim adamı oldular.
Atatürk Üniversitemize bir yandan “Çifte diplomalı” bölümleri bir an önce açmasını öneriyoruz. Diğer yandan yüksek lisans, doktora düzeyinde çok sayıda öğrenciyi birinci sınıf üniversitelere göndermesini diliyoruz. Ama öyle gezmeye, gezintiye değil, uzun süreli eğitimler için… Tabi bu kaynak, ödenek, büyük bütçe gerektiren bir iş… Ama bir yerden başlanmalı… Gitsinler, ama dönsünler… GÖÇER DÖNER olsunlar…
Önceki yazılarımızda “Laptoplu dadaşların şehrin kaderine el koyması yakın” diyorduk. Yanılmadık… Uluslar arası her alanda palandöken kadar yüce mevziler tutmuş nice dadaşın ayak seslerini duyar gibiyim. Siz de bu sese kulak verin…
|