ERZURUM İÇİN YENİ ŞEYLER KONUŞMAK
Seçim arifesindeyiz. Doğal olarak şehrin sorunlarını, ihtiyaçlarını, geleceğe yönelik umutlarını konuşuyoruz, tartışıyoruz.
Bu aşamada özellikle adaylarımızın şehrin geleceğine yönelik açılımları önem taşıyor…
Politik karar vericiler, yatırım önceliklerini kent ihtiyaçlarına göre tespitte zafiyet gösterirlerse, icra aşamasında şehri dönüştürecek büyük işlere imza atamazlar. Şu anda seçmenle, ortak aklın süzgecinden geçmiş büyük ve tutarlı yerel projeler üzerinde mi konuşuluyor; yoksa esnaf ziyaretlerinde, mahalle turlarında, ev toplantılarında “ülke sorunları üzerinde büyük fikirler mi” serdediliyor.
Evin erkeği arkadaşına övünerek diyormuş ki, “bizde tüm büyük kararlarda benim fikrim alınır, küçük işlere hanım bakar!” Arkadaşı merakla sormuş “Sana hangi büyük meselede danışılıyor, eşinin verdiği küçük kararlar neler, peki?” …
Meğer dostumuzun evinde, hangi marka araba alınacağı, çocukların hangi okula yazdırılacağı, birikimlerin nasıl değerlendirileceği, hangi akşam kime misafirliğe gidileceği gibi küçük konulara hanımefendi karar verirmiş. “Ne olacak bu memleketin hali, ABD Kuzey Irak’tan ne zaman ve nasıl çekilecek? Acaba küresel krizin çözümü için ne gibi acil kararlar alınmalı? “ gibi büyük konulurda da beyefendinin fikri sorulurmuş…
Çok memnunuz ki, bizim adaylarımız şehrin günlük ama önemli sorunlarıyla meşguller. Şehrin gelecek on yılı, yirmi yılıyla ilgili temel konularda fikirler üretip, bunu seçmenle paylaşıyorlar… Mesela, yerel istihdam sorunlarına kafa yoruyorlar, hayvancılık ve gıda sanayisinin gelişimi için özgün fikirleri var. Aday dostlarımızın hepsinin sosyal belediyecilik, temel alt yapı sorunları ve “şehri zenginleştirme” vizyonu hususunda kendilerine özgü, tutarlı, sürdürülebilir planları, en azından hayalleri mevcut.
Şehrin geleceğine yönelik hayaller deyince… Geçen gün okuduğum bir kitabı hatırladım. Şehrin kalkınma meselelerini konuşup, yazdıkça zihnimize takılan bazı sorulara cevap bulur gibi oldum, kitapta…
Ne zaman Erzurum’un ekonomik dönüşüm ihtiyacından, şehri zenginleştirme misyonundan bahsetsek… Önümüze devasa sorunlar çıkıyor. Coğrafi zorluklar, iklimsel çetinlikler karşımıza yüce palandökenler heybetinde setler çekiyor.
“Böyle bir mahrumiyet bölgesinde sanayi olmaz” deriz, söz gelimi…”Büyük yatırımcı buraya gelmez” diye kestirip atarız, mesela… Ya da “ Yatarım ve istihdam konusunda odak olmak için gerekli altyapıya sahip miyiz ki?” türünden yakınmalara şehir aydını olarak önce biz imza atarız.
Yirminci yüzyılın kalkınma mantığıyla uyum gösteren bu gerekçeler, işin doğrusu biraz da işimize gelir. Coğrafi kaderin şehrin kaderine nakşettiği bu talihsiz tabloyu, hangi faninin gücü yeter değiştirmeye?
Yüksek bürokrasi ne yapsın, yerel siyasetçi neylesin?
İşin doğrusu, girişimciye günde beş vakit göz kırpıp tebessüm eden coğrafi konum ve iklim bakımından talihli illere göre çok dezavantajımız var.
Ama 21.Yüzyılın yeni kalkınma anlayışında böyle doğal olumsuzluklar artık ülkelerin, bölgelerin, kentlerin değiştirilemez kara yazgısı olmaktan çıktı.
Nasıl mı? Sözünü ettiğim kitaptan bazı alıntılarla dikkatinizi bu noktaya çekeyim önce, sonra da işi getirip birlikte Erzurum’a bağlayalım, ne dersiniz?
Mikro elektronik, biyoteknoloji, yeni malzeme bilimi, sivil havacılık, telekomünikasyon, robot/takım tezgâhları ve bilgisayar/yazılımı sektörleri, önümüzdeki birkaç on yılda yedi anahtar sektör karşımıza çıkacak.
Lester Thurow, “Head To Head” adlı eserinde yaklaşık olarak böyle diyor. Yazara göre, bunların hepsi beyin gücü sektörleridir. Her biri yeryüzünün herhangi bir yerinde konuşlandırılabilir. Nerede olacakları, gerekli beyin gücünü kimin organize edeceğine bağlıdır.
Yazar haklı, bilişim teknolojisi başta olmak üzere, beyin gücünün ön plana çıkacağı, bilgi ekonomisi eksenli sektörler için coğrafi sakıncalardan, iklimsel mahzurlardan artık eskisi kadar bahsedilmiyor.
Hatta doğal kaynaklardan mahrumluk da, ulusları, ülkeleri, şehirleri geri bırakan değişmez kara yazı olmaktan çıktı… Bilgi, emek ve beyne kucak açan ülkeler, bölgeler ve şehirler dünyanın en ücra köşesinde bile olsalar; gelişim, değişim ve dönüşümün aktörleri arasında yer alabiliyorlar.
Bunun sayısız örneği var.
Söz gelimi, Japonlar dünyanın en iyi çelik endüstrisine sahip; oysa ne demir cevherleri var ne de kömürleri. Kalitesiz ve pahalı yerli üretime bağımlı kalmaktansa kalite ve fiyatın en iyi olduğu yerden ihtiyaçlarını satın alıyorlar.
Sonuçta doğal kaynaklar rekabet denkleminin yegâne temeli olmaktan çıkıyor. Sahip olmak zenginliğin garantisi olmadığı gibi, sahip olmamak da zenginliğe engel teşkil etmiyor; Japonya sahip olmadığı halde zengin, Arjantin sahip olduğu halde zengin değildir…
Erzurum’un parlak geleceğini inşa etmeye can baş koymuş “Laptoplu dadaşlar”, dünyanın önde gelen iktisatçılarından Profesör Lester Thurow’un bu önemli değerlendirmelerini not etmeliler.
Birçok yazımızda ısrarla Üniversitemize yeni bölümler önerirken… Teknokent’ten… Arge’den hararetle söz ederken… Erzurum’a “Küresel kent” rolü biçerken… Thurow’un genelde mümkün gördüğü hususları biz özelde Erzurum için hayal etmişiz.
Erzurum’u “Beyin gücü sektörleri için odak şehir yapabilir miyiz?” sorusuna, beynimizin bir köşesinde sürekli ve ısrarlı cevaplar aramalıyız bence. Kalkınma da, tıpkı savaşlar gibi, önce KAVRAMLARDAN başlar… Kavramlar ve hayallerden…
|