Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
KİM REKTÖR ATANACAK?

Üniversite, Rektör seçimiyle ilgili olarak söyleyeceğini söyledi. Aslında süreç burada tamamlanmalı, en çok oyu alan aday koltuğa oturmalıydı.

Ancak, yürürlükteki sistem buna imkân tanımıyor. Aldıkları oy miktarına göre altı kişinin ismi YÖK'E gidecek. YÖK bunların üçünü eleyecek... Ama neye göre, hangi kriteri ölçü alarak? Bu tamamen YÖK'e kalmış...

Cumhurbaşkanının atama sürecinde de "yüce makamın takdirleri" belirleyici olacak, çünkü kriterlerin vazedildiği yazılı bir metin yok. Cumhurbaşkanı, önüne gelen adaylardan en fazla oy alanı da atar, en az alanı da... Hatta siyasi otorite ve Cumhurbaşkanı, daha YÖK aşamasında olaya müdahil olabilir, istediği kişilerin Cumhurbaşkanına sunulmasını / sunulmamasını sağlayabilir...

Mademki verilen oylar, sonucu kesin olarak belirlemiyor… Öyleyse hocaların Rektör belirleme sürecindeki oy verme işlemine "seçim" demek çok doğru değil... Belki sınırlı sorumlu bir ön seçimden söz edebiliriz... Bir temayül yoklaması, eğilim belirlemesidir yapılan iş, aslında…

Adına ne dersek diyelim, işin üniversiteyle alakalı kısmı tamamlandı. Sayın adaylar şimdi işlemin “yukarıyla ilgili” kısmıyla meşguller. Önce ilk üçe girilip, köşke çıkılacak… Sonra köşk ikna edilip, atama gerçekleştirilecek… İşte bu aşamada adaylar “siyasal” ya da “diğer ilişkilerini” en iyi şekilde devreye sokmaya çalışarak sonuç almayı deneyecekler.

Öncelikle YÖK, sonra da Cumhurbaşkanlığı nezdinde hangi “siyasal” ya da “diğer” referanslar belirleyici olacak?
Hangi aday bu noktada “bilim dışı”, ama “sistem içi” maharetlerini daha iyi kullanacak?

Hangi adayın “yukarılardaki” güç dengelerinde daha çok artı puanı var?

Doğal olarak bunu bilemiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var.
Cumhurbaşkanına sunulması beklenen ilk üç aday da bu memleketin yetiştirdiği değerli bilim adamları…
Hangisi atanırsa atansın Rektörlük görevini en iyi biçimde yürütecek bilgi ve donanıma sahipler.
Yürürlükteki Rektör belirleme yöntemini tartışabiliriz. Nitekim tartışıyoruz da…

Ancak yöntemi tartışırken değerli Erzurum evlatlarını rencide edici yanlışlara düşmemeliyiz.
Erzurum kaynaklı “servisleme sayesinde” ulusal çapta adaylarımıza yöneltilen karalama kampanyalarını yanlış ve yakışıksız buluyorum.

Biliyorsunuz, geçen hafta ODTÜ Rektörü Ural Akbulut, NTV’ye açıklamasında, Doğu ve Güneydoğu’daki altı üniversitede irticacı rektör adayları olduğunu öne sürüp Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dan bu isimlerin görevlendirilmemesini istedi
Tanınmış bir köşe yazarı da “Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde yönetim cemaatlerin eline geçti” diyerek endişelerini ifade etti.
Sade bir Erzurum evladı olarak bu husustaki düşüncem şudur:

Atatürk Üniversitesi bir cemaat üniversitesi değildir.

Her hangi bir siyasi görüşün, bir ideolojik yapılanmanın arka bahçesi de değildir.

Ama bu köklü eğitim kurumunda çeşitli cemaat ve tarikatlara yakınlık duyan, hatta onlara mensup olan şahsiyetler elbette vardır. Bu da çok doğal bir durumdur.

Akademik bir düzeye gelmiş insanların kendi fikri istikametini çizmesini, kendi inanç dünyasını inşasını, kendi fikri zeminini tayin etmesini yadırgayabilir miyiz?

Mesela ODTÜ’de çeşitli branşlarda dünya çapında bilim adamları var. Zaman zaman onların eserlerini okuyor, doktora tezlerinden yararlanıyorum. Bunu yaparken onların özel inanç dünyalarını ölçü almıyorum. Hatta aklımı oranın sol ve hatta sosyalist akademik yapılanmasına hiç takmıyorum.
HACETTEPE’DEN işinin ehli bir doktor tavsiye edildiğinde “Kardeş bu adam sakın mason olmasın” demiyorum/ demiyoruz…

Ama mesela değerli yazarlarımız, Atatürk Üniversitesinin en çok oy almış bilim adamının Türkiye çapında bir kalp cerrahı, ikincisinin bilimsel kalitesi yüksek bir akademisyen, üçüncüsünün iyi bir hekim olduğunu hiç ifade etmiyorlar. Direk cemaat, tarikat ve siyaset penceresinden olaya bakıyorlar.

Her akademisyenin bir fikri mensubiyeti elbette olacaktır. Olmalıdır.

Biz onun bilimsel düzeyine, ilmi kavrayışına bakarız. Uygulamadaki maharetini ön plana alırız… Kişisel inancı bilimsel gelişimine engel mi, onu sorgularız… Hocalığı ve idareciliğinde inanç sistemi adil muameleye engelse şiddetle eleştiririz…

Bir mühim nokta da şudur. Biz öncelikle akademik kadroların çağdaş bilime katkısına bakarız. Bilgi üretimine itibar ederiz. Öğrenci yetiştirmekteki maharetini gözetiriz. Etrafını aydınlatma becerisini önemseriz.

Gönül dünyasının, inanç âleminin fotoğrafıyla meşguliyeti mahremiyete tecavüz olarak görürüz.
Atatürk Üniversitemizin değerli mensuplarını da, dost düşman herkesin bu zaviyeden değerlendirmesini bekleriz. Bu insanlara biz en üst akademik unvanı vermişiz. Onlara, insanoğlunun en değerli hazinesini, yani beynini “al yoğur, buna şekil ver” demişiz… Bunu derken titizlenmemişimiz de, bir idari koltuk söz konusu olduğunda kıyametleri kopartıyoruz.

Eğer bu insanlar “genç beyinlerin teslim edileceği kadar” eminseler, bir idari koltuğu vermekteki bu hasislik ve titizlik niye. Eğer değilseler, bu cübbelerin sırtlarında, bu unvanların adlarının önünde işi ne? Bunları verirken aynı duyarlılık neden gösterilmemiş?

Bu insanlar Prof Unvanını alıncaya kadar, devletin bin bir elemesinden, güvenlik soruşturmasından geçmediler mi? Cemaat mensubiyeti, tarikatçılık yahut siyasi mensubiyet profesörlükte normal, rektörlükte kabahat, öyle mi?

Yeri gelmişken bir hususun altını önemle çizelim. Son üç beş dönemde yapılan rektörlük seçimlerinde “bugün ihtiyatla yaklaşılan cemaat oyları” sonuçları belirledi. Sayın ORAL ve SÜTBEYAZ’IN seçimlerinde bu oylar sonucu etkiledi. Demek ki, bir cemaate mensup oylarla seçilmek meşru, ama o cemaatin aday göstermesi sakıncalı… Yani belli bir siyasi fikre sahip akademisyen seçme hakkına sahip, ama seçilme hakkına haiz değil! Olduysa mübarek olsun!

Daha önceki bir iki yazımda “Nasıl bir rektör” sorusuna cevap vermeye çalışmıştım. Şimdi de “Adaylarımızın hepsi bu müstesna göreve layık kişilerdir… Zaten kimin rektör olacağı kadar, nasıl bir rektör olacağı önemlidir ” diyorum.

Kim rektör olursa olsun, göreve başladığı andan itibaren onu eski mensubiyet, dava ve siyasi kimliğiyle değil, bir Erzurum evladı olarak kucaklamaya hazırız.
Onun da aynı duygularla herkese ve her kesime eşit ve adil davranmasını bekleriz.

Rektörlük koltuğu, yerelden bakıp küreseli kavrama koltuğudur, küreseli yerele taşıma penceresidir. Şehre ve ülkeye yeni ufuklar açma, yeni bilimsel ve ahlaki mevziler kazandırma makamıdır.

• Dünyada üretilen yeni bilgi miktarının her üç yılda bir ikiye katlandığı,

• Üretilen bilginin yüzde 92’sinin dijital kayda geçtiği,
Bir bilimsel ve fikri zeminde kimsenin gündelik işlerle oyunda, oynaşta olma lüksü kalmamıştır.

Buna müstakbel Rektörümüz de dâhildir.

Vahdet Nafiz AKSU