DELİKANLILIK ÇAĞINDAKİ ÜNİVERSİTEMİZ
Sayın Mustafa Çetin BAYDAR, Üniversitemizin 50.Kuruluş yıldönümü münasebetiyle Erzurum gruplarına değerli malumatlar göndermeye devam ediyor. Son gönderdiği "ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ’NİN TARİHİ SÜRECİNDEN BAZI KESİTLER VE ERZURUM'UN KALKINMA HAMLESİNDEKİ YERİ" başlıklı yazı, A.Ü. Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sıtkı ARAS hocamıza ait. Bu güzel makaleyi bir hamlede okudum. Üniversitenin kuruluş yıllarına ve sonrasına zihnî bir gezinti yaptım.
Muhterem Hocamız yazılarının bir yerinde “1950 yıllarının ortalarında gündem üç konuda yoğunlaşıyordu.” Diyor ve devam ediyor: “Üçüncü ve en önemli gündem konusuysa, Erzurum'da Üniversitenin açılışı söylentileriydi. Amerika'dan, Avrupa'dan, Japonya'dan elli bin talebenin okuyacağı, Arabistan'dan hocalar gelip din adamı yetiştireceği, artık ilkokullarda Profesörlerin ders vereceği, tarlaların mühendisler tarafından sürülüp ekileceği gibi hayaller birbirini takip ediyordu.”
Evet, Erzurum’a üniversite öyle kolay açılmadı. Ciddi tereddütler yaşandı, şiddetli ve ısrarlı itirazlar vuku buldu. İtirazların bir bölümü de Ankara ve İstanbul’da “akademik baronluklar oluşturan” bilim adamlarından geliyordu. Bu malum çevreler “hiç doğuda üniversite olur mu” diye feryat ediyorlardı. Nitekim aynı kafa, 2007 yılında “ERZURUM’DA HUKUK FAKÜLTESİ AÇILIR MIYMIŞ, KALİTE BU KADAR DÜŞÜRÜLÜR MÜYMÜŞ” diye feryatlar savurup soluğu DANIŞTAY’DA almadı mı? Dostlarımız biliyorlar, makamlarına kadar gidip ağızlarının payını vermek bu fakir ve bir grup Erzurum evladına nasip oldu.
( http://www.trtube.com/izle.php?v=qbkxdjpmiv)
Muhterem Prof. Dr. Sıtkı ARAS hocamızın yazısından ilhamla, merhum hemşerimiz, büyük fikir adamı Nurettin TOPÇU’NUN 1952 yılında yayımlanan bir yazısından bölümler sunacağım. TOPÇU, söz konusu yazısında “DOĞUDA ÜNİVERSİTE KURULMASINA KARŞI OLAN” bilim çetelerine öyle fikir silleleri indiriyor ki, sormayın gitsin.
“Doğu’da üniversite açılamayacağını iddia ediyorlar. Hâlbuki üniversite, cemaate bela olacak bedenlerin değil, fikirlerin barınacağı yerdir. Mütevazı bir kulenin çatısı da ona kâfi gelir.
Eski asırlardan kalma bir kral sarayı olan Sorbonne, içinde dolaşan adamlarla çatırdayacak kadar harap bir binadır. Fikir hayatına sahip olamayanlar ise, lüks ve sefahat içinde saraylarda sürükleniyorlar. Yalnız Erzurum Kongresinin toplandığı binada değil, bir köylü evinde de üniversite açılabilir. Çünkü onun gösterişe hiç ihtiyacı yoktur. Kendi tabii işleyişiyle bünyesini genişletir.
Doğu üniversitesini istemeyen, çekemeyen vicdansızlığa gelince, bunu sebebi, İstanbul ve Ankara’daki, sırtına ilim perdesi gerilmiş saltanatlara, onların iktidarını azaltıcı, beklide baltalayıcı rakip bir kuvvetin meydana çıkmasından dehşetle korkulmasıdır, böylece siyasetlerine halel geleceği endişesidir. Üniversiteyi kuracak ruh, Doğu’da uyanacak ve böyle bir ruhun etrafında Doğu üniversitesi, hatta üniversiteleri mutlaka kurulacaktır.”
Nurettin TOPÇU’NUN daha 1952 senesindeki öngörüsü gerçekleşmiş, Doğu’ya düşünülen üniversite Erzurum’da açılmış, diğer Doğu illeri ve ilçeleri de üniversite ve yüksekokulla tanışmıştır. Ancak, TOPÇU’NUN ruh ve fikir dünyasındaki üniversite telakkisi ile mevcutlar ne kadar örtüşüyor, o ayrı bir bahistir.
Nurettin TOPÇU “Bir milleti kımıldatıcı asabi cihazın, onun reaksiyonlar yapma iktidarının, manevi sahadaki imperium kudretinin kendinde toplandığı beyin, milletin manevi varlığı, onun üniversitesinde mihrakını bulur ” diyerek, üniversiteye büyük bir misyon yüklüyor.
TOPÇU, 1950’li yılların üniversitesini “Ruhsuz bir yamalı bohçadan ibaret” olarak tarif ediyor ve şöyle diyor : “Üniversitemizin bağrında yaşattığı bir milli kültür bulunmadığı gibi, öğretimin diğer bölümlerinde de bir millet zihniyeti hâkim değildir ve üniversite bunların hepsine karşı alakasızdır. Bu sahipsizlik sebebiyle program ve kitaplarımıza, zaman zaman ve sırasıyla Fransız, Alman, Amerikan zihniyet ve kültürleri hâkim olmuştur. Bize, bizim kültür ve mektep hayatımıza hayat ve istikamet verebilecek bir üniversite lazımdır. Bu, belki de, Doğu’da açılacak Üniversiteler olacaktır.” (Makalenin tamamı: Nurettin TOPÇU- AHLAK NİZAMI- DERGÂH YAYINLARI- Sahife 57–62)
Görüldüğü gibi TOPÇU ”Bize, bizim kültür ve mektep hayatımıza hayat ve istikamet verebilecek bir üniversite lazımdır.” İfadesiyle “bir milli üniversite modeli” vazediyor. Doğuda açılacak üniversiteye böyle tarihi bir rol biçiyor. Peki, Atatürk Üniversitemiz 50 yıllık delikanlılık çağında bu role uygun bir gelişme göstermiş midir?
Atatürk Üniversitesi’nden ne zaman söz açılsa “Milli düşünce ve yerli ruhla barışık ama global davranan”, “mahalli değerlere penceresini kapamadan evrensel olabilen” bir bilim yuvası hayal ederim. Üniversitemizi, yüksek ahlaklı profesörlerin yüksek bilim ürettiği “bilim ve teknoloji fabrikası” olarak telakki ederim. Üniversitem benim için huşu ile raks eden Mevlevi dervişi gibidir. Bir eliyle evrensel bilimi devşirir, diğer eliyle onu halka tevzi eder. Evrensel bilim üretiminde eşsizdir o, yerli değerleri muhafaza konusunda titiz ve mahir…
Prof. Dr. Sıtkı ARAS, Atatürk Üniversitesini geçirdiği safhaları anlatırken, Prof ORAL döneminden şöyle bahsediyor: “Erol Bey devri Üniversitemizi Osmanlıların Köprülüler devrine benzetebiliriz. Refahiye'den Ağrı'ya, İspir'den Hınıs'a kadar fiziki olarak büyük ölçülerde büyümüştür. Çevre düzenlenmesi emsalsizdir. Ancak, maalesef ruh üflenememiştir, derinlik verilememiştir.”
Değerli hocamızla “üniversite-ruh-derinlik meselesinde” naçizane aynı düşüncelere sahibim. Sadece bizim üniversitemize değil, bütünüyle üniversitelerimize Prof. ARAS’IN tabiriyle “maalesef ruh üflenememiştir, derinlik verilememiştir.”, Nurettin TOPÇU’NUN ifadesiyle de ”Üniversitelerimiz Ruhsuz bir yamalı bohçadan ibarettir.”
Mezunu olmaktan her zaman gurur duyduğum Atatürk Üniversitesi kuşkusuz kıymetli bir bilim yuvası. Eksiklikleri, kusurları, zaaflarına rağmen şehir için vazgeçilmez bir müessese. Derler ki, hukuk varken hissedilmez. Ancak yokluğunda feryadı basarız. Üniversitemiz de öyle. Erzurum’da üniversite olmasaydı, bu şehrin civar illerden çok az farkı kalırdı. Üniversite varken ekonomimiz, toplumsal hayatımız böyle. Ya olmasa nice olurdu halimiz, varın bir düşünün.
Ebediyete kadar ilim yolunda nice güzel mesafeler kat edeceğinden emin olduğum üniversitemiz hakkında bir iki yazı daha yayımlamayı düşünüyorum. Bu yazılarda üniversitenin çağdaş bir anlayışla yeniden yapılandırılması gereği üzerinde durup, üniversite konusunda dünyanın geldiği noktayı izaha çalışacağım. 50 Yıllık süreçte üniversite şehir ilişkileri hakkında düşüncelerimi sizinle paylaşacağım.
Aslında bu konularda daha çok incelemeye, araştırmaya, yayına ihtiyaç var. Büyük bir Üniversite 50. yılını idrak ediyor, uluslararası güzel kutlama programları tertipleniyor, ama kalem erbabı konuya kayıtsız kalıyor. Bu üzücü biganeliğe maalesef akademik kadro da dâhildir.
Vahdet Nafiz AKSU
|