BAŞBAKANIN ERZURUM GEZİSİ -2-
Başbakanlar çeşitli vesilelerle şehirleri ziyaret ederler. Bu tür gezileri alışılmış siyasi faaliyetler çerçevesinden çıkarıp, şehir için bereketli hale getirmek pek ala mümkündür. Bir Sayın Başbakana şehrin sorunlarını usulü dairesinde iletmek, önüne üzerinde çalışılmış makul talepler koymak siyasi ve bürokratik kademelerin asli görevi değil midir?
Böyle çabalara söz konusu kadroları teşvik etmeyi veya parti organlarının karşılama hazırlıklarını “Başbakan Şakşakçılığı“ olarak nitelemeyi doğru bulmuyorum. Bizim “Başbakanın Erzurum Gezisi” başlıklı yazımızdan böyle anlamlar çıkarılması da, yazının ruhuyla bağdaşmıyor.
Tekrar ediyorum, yerel kalkınma, sadece yerel çabalarla başarılabilecek bir iş değildir ve yüksek siyasetin sahiplenmediği projeler raflarda çürümeye mahkûmdur. Bugünkü siyasi ve ekonomik yapıda hizmet planlaması ve icrası kamunun elinde. Kamu kaynaklarının sevk ve idaresi de siyaset mekanizmasında…
Özel teşebbüsün geri kalmış yörelere yatırımını temin ve teşvik konusunda kamunun önderliğini göz ardı edebilir miyiz? Öyleyse şehrin temel sorunlarını hiç bıkıp usanmadan yüksek siyasete taşımak, takip etmek herkesin önde gelen görevi olmalıdır.
Sayın Başbakan’ın 5 Nisan Programında eğer kendisine şehir sorunlarıyla ilgili brifing verilecekse, bunun temel ekonomik yapıyla sınırlı tutulması ve somut talepler içermesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bir önceki yazımızdaki ana çerçeveye ilave olarak bu husustaki önerimiz şudur:
DOĞU HAYVANCILIĞINA ÜRETİM, TESİS, PAZARLAMA DESTEĞİ (YENİ HAYVANCILIK PROJELERDİNDE ERZURUM’UN PİLOT İL İLAN EDİLMESİ)
Coğrafi ve iklimsel koşullar şehrimizin değiştirmeye muktedir olamayacağımız unsurlarıdır. Ama iklimini ve coğrafyasını değiştiremiyoruz diye “değişim arzumuzu”, “atılım potansiyelimizi” ve “hemşerilik enerjimizi” de yok sayıp, yan gelip yatacak değiliz ya.
Kanaatime göre, coğrafi bölgelerin gelişip büyümesinde “ekonomik genetik” belirleyici bir role sahip. Şehir ve bölge ahalisi uzun tarihi süreç içerisinde bölgesel imkân ve imkânsızlıkları dikkate alarak uygun ekonomik modeller geliştiriyorlar. Bilim ve teknolojinin yarattığı çağdaş imkânlarla, geleneksel koşulları sentezleyebilen modellerin başarıya ulaştığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Doğu Anadolu Bölgesinin değiştirmeye muktedir olmadığımız coğrafi özellikleri, bölge insanına hayvancılığı geçim kaynağı olarak adeta dayatıyor. Ekonomik genetiğimiz, bu geçim kapısını çalmaya bizi mecbur kılıyor.
Doğu Anadolu için de bu böyle, Erzurum’umuz için de. Eğer ayakları yere sağlam basan ekonomik modeller geliştirmekte kararlı isek, iki temel tercihle karşı karşıyayız. Şehrin ekonomik geleceğinde temel enstrüman olarak ya hizmet sektörünü kabul edeceğiz, yahut üretime dayalı modeller üzerinde ısrarlı olacağız.
Şehrin uzun vadeli kalkınma hedeflerini tayin ederken, üretime dayalı modeller üzerinde derinleşmemiz kuşkusuz daha tutarlı bir yöntem olacaktır. Üretime dayalı modelleri mihver kabul edip, hizmet sektörünü bu temel çerçeve içerisinde geliştirmek ise, benimsenecek en tutarlı yol olacaktır.
Üretime dayalı modeller üzerinde düşünürken şehrin “ekonomik genetiğini” göz ardı eden çabalar, peşinen başarısızlığa mahkûm olacaklardır. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Kitleleri ekonomik faaliyetlerde aktör haline getirmek istiyorsak, yaygın işkollarının ıslahına özen göstermemiz gerekmez mi?
Erzurum için hayvancılık sektörü kalkınmanın kılavuz kaptanlığına birçok açıdan layık sektördür. Bir şartla; bu faaliyetler yüksek teknolojiyle desteklenen çağdaş bir anlayışla ele alınacak… Artık tarım ve hayvancılığın çağdaş dünyanın gözde bir faaliyet alanı olamayacağını öngören düşünceler iflas etti.
Çağdaş gelecek planlayıcıları ve ekonomi filozofları, geleceğin Bil Gates’lerinin, tarım ve gıda sektörlerinden çıkacağını açıkça ifade ediyorlar. Bu gerçekler bir yana, bölgenin yaygın hayvancılık potansiyeli de bu alanda derinleşmemizi gerekli kılıyor. Demek ki, Doğu ve Erzurum’a önereceğimiz kalkınma modellerinin sadece kent merkezli değil, kırsal kalkınmayı da içeren bir mahiyet taşıması gerekiyor.
Bu temel anlayışla, bölgesel koşullara göre oluşturulacak TÜRKİYE’NİN YENİ HAYVANCILIK POLİTİKASININ, uygulamasına Doğu Anadolu Bölgesinden başlanmalı ve uygulamalarda ERZURUM PİLOT il olarak ilan edilmelidir. Yeni politikalar burada sınanarak yaygınlaştırılmalıdır.
ERZURUM'DA GIDA ÜRETİMİNİN SANAYİLEŞMESİ
Doğu ve Erzurum için önerilen hayvancılık projelerinde gıda üretiminin sanayileşmesi temel esası teşkil etmelidir. Yüksek teknoloji ve bağlı sanayi olmadan hayvancılığın yöre kalkınmasında etkili olması mümkün değildir.
Şimdi size “genel olarak doğunun, özellikle de Erzurum’un kalkınmasını istiyorsanız, uygun sübvansiyon uygulamalarını hemen başlatmak en doğru politikadır” diyeceğim. Biliyorum, hemen itiraz edeceksiniz ve: “Ama uygulanan ekonomik politika sübvansiyonu kökünden reddediyor!” diye cevap vereceksiniz…
Haklısınız.Yıllardır “sübvansiyonun” tüm ekonomik felaketlerin anası olduğu söylendi durdu. Yanlış uygulamalar düzeltileceğine, bazı sektörlere can suyu olabilecek bu uygulamadan vazgeçildi. Özellikle tarım ve hayvancılık alanında üreticiyi ayakta tutacak bu ekonomik uygulama terk edilerek; üretim fikrini felç eden, bedavadan tüketimi kamçılayan “doğrudan destek” komedisi benimsendi.
Ama bize ekonomik politikalar dayatan ABD’DE de, AB’DE özellikle tarım ve hayvancılık ciddi şekilde sübvanse ediliyor, biliyor musunuz? AB bütçesinin yüzde 40’ı sübvansiyonlara gidiyor... ABD de pamuk üreticisine bir yılda ödenen sübvansiyon 3–4 milyar dolardır. Dünyanın her yerinde de böyledir.
Hayvancılığın şehir ekonomisinde devrim niteliğinde bir dönüşümü sağlayabilmesinin formülünü başlıkta verdim. Evet, sihirli formül budur: “ Erzurum’da gıda üretiminin sanayileşmesi…”
Bir büyük kalkınma davasını bu kısa cümle ne büyük bir isabetle ifade ediyor, değil mi?
Bir kere işin “gıda üretimi” ayağı var… Başlı başına büyük bir dava… Sonra üretimin sanayileşmesi aşaması geliyor… Asıl büyük hedefe, asıl büyük ekonomik reforma giden yolun ilk kilometre taşı da işte budur.
Erzurum eski usul hayvancılık kenti. Kendi haline bırakırsak öylece kalır. Kişisel üretici olmaktan, küçük işletme sürecine geçemez. Küçük işletme olamadan da, ne kooperatifleşme, ne de birleşme suretiyle büyük işletme olunabilir.
Özellikle Erzurum hayvancılığının böyle bir sorunu var. AB’DE 13 milyon civarında tarım işletmesi var. Türkiye’de bu rakam 3 milyon civarında, bunların da ancak 175 bin tanesi AB standartlarında. Erzurum’da bana küçük ölçekli tarım işletmeleri gösterin desem, sanırım işletme diyebileceğimiz yapılanma bulamayız!
İşe buradan, yani sübvansiyon sistemini de devreye sokarak küçük tarım ve hayvancılık işletmeleri kurmakla başlayacağız. Bu çok önemli ve hayati bir adım olacak. İşte bu hayati projenin adına “ERZURUM'DA GIDA ÜRETİMİNİN SANAYİLEŞMESİ PROJESİ” adını vereceğiz.
Konuya devam edeceğiz.
Vahdet Nafiz AKSU
|