ATATÜRK ÜNİVERSİTESİNİN YARINI
Erzurum’umuzun biricik yüksek öğretim yuvası Atatürk Üniversitemiz ellisine merdiven dayamış bulunuyor. Bir insanın fani ömrü için uzunca sayılabilecek bu süre Üniversite gibi kurumlar söz konusu olduğunda emekleme dönemi sayılabilir.
Kurulduğu günden bu yana kendini geliştirme yolunda çaba gösteren, edindiği bilgi ve tecrübelerle bir kurumsal kimlik kazanan Üniversitemizi yarının sayılı yüksek öğretim kurumları arasına sokmak, sadece üniversite yönetiminin değil, topyekûn şehrin birincil amacı olmalıdır. Çünkü şehrin gelişimini üniversiteden ayrı ve bağımsız düşünmek yanlış bir yaklaşım olur.
Bu nedenle, Erzurum gruplarında başlayan Üniversite eksenli tartışmaları çok yararlı görüyorum. Bu konuda şu ana kadar birçok arkadaşımız isabetli görüşleriyle biz okuyuculara yeni ufuklar açtılar, yeni fikirler verdiler. Son olarak Prof. Yurttaş’ın kaleme aldığı yazı, kendi Üniversitesi hakkında bir akademisyenin görüşlerini belirtmesi bakımından önemli ve aydınlatıcıydı. Keza bu yazıyla alakalı serdedilen görüşler de öyle.
Üniversitenin dünü, bu günü, yarını hakkında diğer değerli hocalarımızın bilgilerinden de istifade etmek isteriz. Akademik hayatlarını borçlu oldukları bilim yuvası üzerinde düşünüp, fikir üretmek onlar için bir görev, o fikirler etrafında oluşacak hedeflere omuz vermek bizim için bir boyun borcu olacaktır.
Hocalarımız ve aydınlarımızla birlikte öncelikle üzerinde duracağımız konu, üniversitenin bilimsel performansının artırılmasıyla ilgili olmalı.
Üniversite yönetiminin idari ve bilimsel sorumlulukları var. Rektörden başlayıp, Bölüm Başkanları, hocalar ve diğer idari personele kadar uzanan yönetim zincirinde bu iki alanda da bir zafiyetin sergilenmemesi gerekiyor. Ama bence asıl üzerinde yoğunlaşılması gereken konu öncelikle bilimsel alan olmalıdır.
Kapılarına iki milyona yakın öğrencinin dayandığı, diplomalı işsiz sayısının hızla arttığı ve artık nitelikli ve prestijli diplomaların seçkin öğrencilerce hedeflendiği bir ortamda, Türk yükseköğrenim hayatı, bir dönüm noktasına geldi: Bundan böyle üniversitelerin daha iyi, daha mükemmel, daha kaliteli bir eğitim sunabilmek için farklı arayışlarda içinde olması gerekiyor.
Bu geniş yelpazeli ve acımasız rekabet ortamında eğitim performansını artırıcı yöntemlerin yeniden gözden geçirilmesi, üniversite anlayışının ve yapılaşmasının köklü bir şekilde değiştirilmesi gerektiriyor.
Üniversite Yeniden Yapılanmaya Hazır mı?
Üniversiteler arasında iç rekabetle birlikte, artık globalleşen dünyada bir de uluslar arası rekabet devreye giriyor. AB süreci de dikkate alınırsa, Atatürk Üniversitesinin her hangi bir bölümünden mezun edip diploma verdiği bir gence Dünyanın her hangi bir ülkesinde kapıların açılması gerekiyor.
Son zamanlarda prestijli kamu kurumları ve özel sektör kuruluşlarının iş ilanlarına dikkat etmişsinizdir... Sadece “şu bölüm mezunu“ şartı koşulmuyor artık ilanlarda , “Şu üniversitelerin şu bölümlerinden mezun olmak“ deniyor.
Öyleyse Üniversitemiz sadece genç üniversitelerle değil, ağabeyleri ve yaşıtlarıyla da kıyasıya bir performans yarışına girmek zorunda... Bunu da yapmaya çalışıyor. Ancak, tek başına böyle bir yükü Üniversite yönetimine yüklemek insafla bağdaşmaz... Öncelikle, Üniversite idaresinin kaynak sorununun çözülmesi gerekiyor ki, onlardan da daha yaldızlı başarılar bekleme hakkını kendimizde bulalım.
Üniversitemizin diploma değerini artırabilmesinin ilk şartı tez elden bir strateji planlaması yapmaktır. Bu konuda bu üniversitenin bir mezunu ve başarılarının alkışçısı olarak, hazır söz açılmışken bazı önerilerimi sıralamaktan da kendimi alamayacağım. Az önce yeniden yapılanma dedim ya, bunun ilk aşaması “ bölüm israfına “ bir son vermek...
Sayısal Büyüme – Nizami Küçülme!
Nasıl olacak bu iş? .Bu kar – kış memleketinde öğrenci sayısının süratle artmasından yanayım. Bu şehir ve Üniversite yüz bin öğrenciyi misafir edebilecek kapasiteye kısa sürede erişebilir. Öğrenci sayısını artırma merkezli stratejilerin belirlenmesi için hemen bir bilimsel hazırlık yapılmalı.
Peki ya nizami küçülme. O nasıl olacak. Tabi bu YÖK ile birlikte yapılabilecek bir iş. Objektif bir değerlendirme ile ihtiyaç fazlası alanlarda öğrenci mezun eden bölümler derhal tasfiye edilmeli ve o bölümlerin fiziki imkânları başka ve yeni ihtiyaçlara yönelik bölümlere tahsis edilmeli. Teknolojik değişimler sonucu yeni alanlar çıktığına göre, bu alanlara uygun eğitim programları hazırlayıp uygulamak, gelecek vadeden üniversiteler için hayati bir gerekliliktir.
Bir birine yakın dersler okutan nice bölüm var ki, birisi öğrencisine öğretmenlik hakkı veriyor, diğeri vermiyor. Aşağı yukarı müfredat aynı, diplomanın verdiği imkân ve haklar farklı. Peki, bu zaman, mekân ve emek israfına ne lüzum var. Bu gibi bölümler diplomalı işsizlere alay öğrenci katıyor ve o yüzden üniversitemiz “ işsiz mezun eden “ okul olarak haksız bir ithama muhatap oluyor.
Bunun yanı sıra, gayet çetin eğitim veren bazı bölümler daha var ki, bu gün itibarıyla mezunlarına ihtiyaç yok... Bunların da süratle ayıklanması gerek.
Yüksek Öğretim dinamik bir alan. Hele de özel üniversitelerle rekabetin kızıştığı bu ortamda. Kendini süratle yenilemeyen Üniversiteler, gelecek on yılda “ kepenk kapatan dükkânlara “ döneceklerdir, hiç kuşkunuz olmasın.
Müfredatın Güncellenmesinde Ne Kadar Başarılıyız?
Üniversitemizden öyle hocalar tanıyorum ki, bilimsel performans bakımından şöhretli üniversitelerimizin akademik kadrosuyla rahatça yarışabilecek kişiler. Yine biliyorum ki, sayıları az da olsa kendini hiç yenilemeyen, dünyadaki gelişmeleri izlemeyen, unvanının arkasına sığınıp hayatını idameden başka amacı olmayan kişiler de mevcut üniversitemizde.
Bu kişilerin, on –on beş yıl önceki ders notlarını virgülüne dokunmadan öğrencilere okuttuklarını işitmiştim bir ara. Bunların bir elin parmaklarını geçmediğini sanıyorum. Özellikle son on-on beş sene içinde yetişen akademik personelin, dünyayı izleyen, lisanı olan, yurt dışı görmüş, bilimsel yayın zengini kişiler olduğunu biliyorum. Bunlar üniversitemizin gerçek hazineleridir.
Çünkü üniversite hoca demektir. Ehil hocaların kürsü idare ettiği bölümlerin farkını hepiniz görmüşsünüzdür.
Kısaca, Yüksek öğrenim ve lisansüstü öğrenimde ders programlarının dünya ölçeğinde oluşu çok önemli. Akademik personelin çapı, hocası ve gördüğü programla doğru orantılıdır. Yüksek öğretimde ortaya çıkan yeni modelleri izleyip ona göre pozisyon alan, akademik personeldir Üniversiteyi çağdaş başarıya ulaştıracak olana asıl “ işçi arı “
Akademik Performans Değerlendirmesinde hangi noktadayız?
Son yıllarda, Üniversitemizin bilimsel yayın sayısında ciddi artışlar kaydedilmesi gerçekten çok sevindirici bir gelişme.
Akademik personelin görevi sadece “nakilcilik“ olmasa gerek. ABD, AB üniversitelerinde bilgi üretilsin, keşif yapılsın, biz bunu alıp öğrenciye nakledelim. Elbette bu da üretilen bilginin evrensel paylaşıma sunulmasının bir gereği.
Ancak, bu bilgi nakletmenin yanı sıra, araştırma ve bilgi üretimi faaliyetlerinin de ciddiyetle yürütülmesi gerekiyor. İşte bir üniversiteye kimlik ve kişilik kazandıracak unsurlardan birisi de bu. Bu bakımdan araştırma faaliyetlerinin bilimsel makalelere dökülmesi ve bu makalelerin uluslar arası bilimsel dergilerde yayınlanması önemli bir bilimsel çaba. İşte üniversitemizin bu alandaki başarılarının artışını çok önemli buluyorum.
Atatürk Üniversitesinde görev yapan değerli hocalarımızın makale, kitap, bildiri ve tercüme alanlarında gösterdikleri her üstün başarı hepimizin göğsünü kabartıyor. Gündelik işlerle oyun –oynaşı bırakıp, her faaliyete parasal pencereden bakmayan bu kişilikli hocalar, Üniversitemizi daha nice elli yıllara taşıyacaktır.
Bu yoğun çalışmaların sonunda, inanıyorum ki pek yakın zamanda “buluşlarını patentle süslemiş“ , projeleriyle şehrin önünü açmış, makaleleriyle fikri hayatımıza çeşniler katmış, konferanslarıyla irfanımıza yeni ufuklar kazandırmış hocalarımızın şöhreti şehrimizin ve ülkemizin sınırlarını aşacaktır. Atatürk üniversitemizin çift kartallı diplomasını taşıyan nice öğrenci ve öğretim üyesi birer bilim üreticisi olarak bilim tarihinde yer tutacaklarıdır.
Onları seviyor ve güveniyoruz.
Vahdet Nafiz AKSU
|