“DÜĞÜN “ EV YAPMAK MI, EV YIKMAK MI?
Yıllardır görüşmek kısmet olmayan bir eski ahbabın ziyaretiyle şereflenmiştik. Hal hatır faslından sonra öğrenimlerini tamamlayıp iş güç sahibi olan çocuklarından sual ettim.
- Yeğenlerimizi everdin mi, torun torba sahibi oldun mu?
Dedim.
Dostumuz üç erkek, bir kız babası. Büyük oğlunu geçtiğimiz yıl dünya evine sokup mürüvvetini görmüş. Diğer evlatlar da sırada. Büyük oğlanın nişan, nikâh, düğün masrafları için, emekli olmuş... Yengemiz hanımefendi de birkaç sene önce emekli olmuş.
Sohbete renk katsın diye iyi niyetle ortaya attığımız soruyla meğer yarasını deşmişiz hemşerimizin.
- Sevgili kardeşim elimizde ne var ne yok harcadık bir çırpıda nişan, düğün derken. Vallahi diğer çocuklar için takatimiz kalmadı. Eh onlar da analarının kulaklarına bir şeyler fısıldamaya başlamışlar ama duymazlıktan geliyorum, ne yapayım.
Dedi sesini hüzünle kısarak. Sonra aklına parlak bir fikir gelmiş gibi sürdürdü konuşmasını:
- Sen yıllar oldu buralardasın, Allah’a bin şükür eşin dostun çok, çevren geniş. Şu bizim iki numaraya helal süt emmiş bir münasip kısmet araştırsana.
Önce latife ediyor sandım. Meğer ciddiymiş;
- İyi de Erzurum’da bir sevdiği, istediği yok mu yeğenimin, hem elim dar diyorsun, hem ta Ankaralardan gelin arıyorsun diye takıldım.
Derin bir iç çekerek şöyle dedi;
- Bilmez gibi konuşma birader, Erzurum’dan oğlan evermekte, kız vermekte baba yiğit işi şimdi. Bir kere geldi başıma, bir daha istemem işin doğrusu. Gelinimden hiçbir şikâyetim yok. Bir baba için iffet, hayâ timsali bir Erzurumlu gelinden kıymetli hazine olabilir mi? Amma gel gör ki Erzurum’dan kız almak artık aslanın midesinden ekmek almak, kaf dağından kar getirmek gibi bir şey. O yüzden kararım karar, diğer oğullarıma Erzurum dışından gelinler bulacağım.
Baktım dostumun niyeti ciddi.
- Kararına bir şey diyemem. Evlilikte asıl olan münasip bir eş seçmek. Şuralı olsun, buralı olsun gibi değerlendirmeleri yanlış bulurum. Aman illa da Erzurumlu olmalı diye bir genel kural da doğru değil. Ancak ekonomik nedenlerle böyle bir tercih ne kadar gerçekçi? Yani söz gelişi başka bir vilayetten gelin getirsek yeğenimize, ona masraf edilmeyecek mi?
- Masrafsız olur mu? Ama inan onda biri değil. Üniversitemizde okuyup Erzurumlularla evlenen yüzlerce kızımız var. Onların aileleri ne damatlarını, ne damat ailesini hiç zora koşmuyorlar. Yok, milyarlık hamam takımları, yok metre kordonlar, çifter burmalar. Vallahi öyle şeyler yok. Sanki “zorlaştırmayın, kolaylaştırın “ ilahi düsturunu yerine getirmek için yarışıyorlar.
- Allah...
- Vallahi öyle, akrabalarımdan biliyorum, bizim bir hamam takımı fiyatına oğul everdiler, inan ki. Hoş olsa da harcasak. Böyle hayırlı işler için paranın pulun lafı mı olur, geliri müsait olanlar için.
- Bu bahsettiğin şeylere ben de kısmen tanık oldum. Ben bu kadar genel bir sıkıntı olduğunu bilmiyordum, doğrusu.
- Ne demek genel değil. Bir salgın sosyal hastalık gibi yayıldı bu israf hastalığı.Tabi Erzurumluluk ruhu, dadaşlık asaleti ile paraya pula, altına emarete, dünya malına tamah etmeyen birçok aile var. Benim bahsettiğim israf, gösteriş, desinler zulmü çok yaygın yine de.
- Sahi biraz abartmıyor musun?
- Şimdi sen de beni tahrik etmek için bilmezlikten gelme. Hiç katılmamış gibisin böyle nişanlara, nikâhlara, düğünlere. O Firavun kokusu gelen israfa, gösterişe, “aman benimki ondan iyi olsun“ görmemişliğine sanki hiç tanık olmamışsın.
- Vallahi doğru. Ne deyim.
- Hele bir de Peygamber sünnetini ifa edelim diye yapılan içkili sünnet düğünleri var ki, ayrı bir âlem.
- Şimdi onu karıştırma, o ayrı bir bahis.
- Ya işte böyle aziz dost, bir dokundun bin ah işittin. Amma anlattıklarımın eksiği var, fazlası yok. Eğer bir hemşerine beddua edeceksen “ Allah oğullarını Erzurum’da evermeyi nasip etsin, düğününü de Palan Otelde yapsın “ diye dua et, gerisine karışma!
Anladım ki dostum, işe kendini de katarak halkı canından bezdirir hale getiren bazı adetlerimizi ince eleştiriyor, sesimi çıkarmadım, hatta lafı mahsus bu mecralarda dolaştırıp kendisini bir iyice konuşturdum.
Çay – Kahve, muhabbet derken ayrılık vakti gelip çattı. Kendisini kucaklarken takılmadan edemedim;
- Sana söz, iki numara yeğenime buralardan helal süt emmiş bir gelin araştıracağım.
- Vallahi makbule geçer, emilesi... Benim kadar senin de vazifen bu hayırlı iş, aman savsaklama da bir an evvel halledelim, çünkü sırada diğerleri var, bir de kızımız maşallah gelinlik çağa erişti. Başımızı yere koymadan halledelim şu işleri.
- Hah bak iyi ki hatırıma getirdin, kız yeğenime de buradan bir.
Demeye kalmadan sözümü kesti,
- Hayııırr bir tanecik körpemi Erzurum’da everemem ben, öyle bedavadan kaptırmam kimseye, iki metre kordonsuz, çift kalın burmasız!
Gülüşüp, helalleştik...
Kendisiyle bu minval üzere konuşurken Ahmet Mithat Efendinin JÖNTÜRK romanındaki bir bölüm hatırıma gelmişti. Akşam eve gelince kitabı aradım buldum...
Ahmet Mithat Efendi, o güzel üslubuyla roman kahramanlarından birisinin izdivacını anlatırken, o devir İstanbul’unun benzer yarasına parmak basıyor...
Ne zaman okuduğumu hatırlayamadım, şu satırların altını çizmişim, yıllar
Önce:
“Düğünlerimizi için şu paragrafta tasvir ettiğimiz şeyler anlattıklarımızın binde biri olamaz. Hiç şüphe etmeyiz ki bu boş masrafları, bu kuru kalabalıkları kendileri de kabul etmezler. Hele zihinlerini biraz daha yorarak ve gözlerini biraz daha açarak “ çeyiz “ için ne kadar lüzumsuz şeylere, ne çok paralar sarf edildiğini düşünecek olurlarsa ev yapmak demek olan düğünlerin ev yıkmak ile aynı anlama geldiğini anlayacaklardır. Orta halli bir adamın gelin edecek üç kızı oldu mu ( ya da evlendirecek üç oğlu VNA ) , vay haline!
.Günümüzde aldığı kızı bile besleyecek kahramanlar bile azalmıştır. ...Şu evlenme meselesinin acilen düzeltilmesi gerektiği inkâr edilemez. “
Vahdet Nafiz AKSU
|