ŞEHRİN KALKINMA SÜRECİNDE ERZURUM BASINI
Her hangi bir vesileyle bir ile gittiğimde mutlaka oranın yerel radyolarını dinler, televizyonlarını izler, gazetelerini okumaya gayret gösteririm. Halk vicdanının doğrudan haykırışıdır yerel basının sesi... Yerel bir kültürel lezzet, mahalli bir sosyal zenginliktir o yayın organlarında yer alan haber, yazı ve yayınlar.
Bu şahsi ilgimin yanı sıra, bulunduğum görevler vesilesiyle birçok ilin medyasını uzun seneler takip ettim. Bu tecrübelerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Erzurum’un yerel medyası insan kaynakları ve teknik bakımdan Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir kalite seviyesine ulaşmış bulunuyor. Şu anda Erzurum’da yayınlanan birçok gazete haber, yorum, köşe yazısı bakımından iftihar edebileceğimiz bir düzeyde. Bunu söylerken elbette belli bir yayın politikası, mesleki amacı, entelektüel çabası olmayan “ teksir –fotokopi” ceridelerinden bahsetmiyorum.
Gazetenin, televizyonun, radyonun ne demek olduğunu bilen, mesleklerinin hakkını veren ve çilesini çeken gerçek gazetecilerdir söz konusu ettiklerim.
İstisnaları hariç tutarak önemle vurguluyorum ki Erzurum, yerel medyasıyla ne kadar iftihar etse azdır. Bıkmadan usanmadan şehrin meseleleri üzerinde kafa yoran, fikir üreten, zaman eleştirileriyle soğuk olmayı göze alan, hatta yüklü tazminatlarla karşı karşıya kalan bu fikir ve aksiyon kervanının yolu açık olsun. Onları eleştirirken, hesaba çekerken lütfen ölçüyü kaçırmayalım, bu fikir çilekeşlerini rencide edici tavırlar sergilemeyelim. Saygıya layık olmak için özen göstermek onların, layık olanlara saygıda cömert olmakta bizin görevimiz. Basını susmuş, ya da susturulmuş bir şehrin vicdanı iğdiş edilmiş, dili kesilmiş demektir.
Eleştiri Adabına ne oldu?
Tenkit, şark milletlerinin beceremediği bir iş. Türk aydını da öyle. Ya hiç vurmaz, ya vurunca öldürüverir.
Birçoğumuz, fikri ve şahsi hayatımızda tahterevallinin iki ucunda sallanır dururuz... Ya şedit bir muhalifizdir yahut iflah olmaz bir medhü sena dehası. Olayları analitik bir bakışla masaya yatırmayı hiç beceremeyiz, böyle bir çabaya tevessül bile etmeyiz hatta. Babamızı bile eleştirecek kadar Nemi yivdir öteden beri, istidanın altına “hak-i payınız“ ifadesini bile az bulacak kadar mürai tiplerdenizdir birçok zaman. Tetikçilik ve yağdanlık arasında gidip gelirken, yolumuzun üzerindeki gerçeği hep çiğner geçeriz. Hâlbuki hakikat; itidal, teenni ve orta yoldadır.
Kişisel ilişkilerimizden tutunuz da, bürokratik, siyasi ve ticari münasebetlerimize kadar her iş ve eylemimizde edep ve adabı gözetmez olduk. Gelin görün ki, inançlarımız ve milli harsımız bizi her nefesimizde edebe ve adaba davet ediyor. Biz ise her nefeste bu önemli meziyetlerden ışık hızıyla kaçıp duruyoruz.
İşin en kötü tarafı, bu cahiliye devri vasıfları Erzurum zemininde daha çok taraftar buluyor. Günlük ilişkilerimizde ya bir birimizi bir dalkavuk edasıyla methediyor yahut bir hasım edasıyla zemmediyoruz. Çoğu kez de sıkılmadan belden aşağı vurup duruyoruz. Karakter açlığımızı, kardeş eti yiyerek gidermeye çalışıyoruz.
Erzurumlu derhal şu kıskançlık, mürailik, yalakalık ve belden aşağı vurma huylarını terk etmeli ve seciyesine yaraşır yüksek karakter özelliklerini bir zırh gibi kuşanmalı.
Cenaba-ı Allahın verdiği iki gözle bakalım dünyaya. Dürbün ve mikroskop kullanmadan... Hiç değilse bir gözümüz eksikleri tarasın, diğer gözümüz olumlu işleri beynimize ulaştırsın. Takdir ve tektir bir arada, dengeli olsun. Gözlemlerimizi vicdan süzgecinden geçirdikten sonra bir birimizle, dostlarımızla, okurlarımızla paylaşalım. Aman ha, iftira ve bühtanı semtimize uğratmayalım. Hepimiz gönlü zengin, gözü zengin, yüreği temiz er kişiler olalım.
Birlik ve Bütünlüğe Dikkat
Bütün bunları niye yazıyorum?
Son günlerde Erzurum gruplarında tatsız –tuzsuz tartışmalar oluyor. Fikri tartışma zemininden çıkıp, kişisel saldırılara varan yazıları gönlüm bulanarak okuyorum. Dostlarıma atılan hücum oklarını yüreğimde hissediyorum.
Bütün bu gürültü patırtı içinde, satır aralarına sıkıştırılan bir husus daha var ki, hiç üzerime alınmama rağmen beni rahatsız ediyor.
Erzurumlu oluşta başka şehirlerde ikamet eden hemşerilerimize sanki bir mesafeli bakış zuhur etti son birkaç yıldır. Böyle bir bakışı Erzurumluluk ruhuna akıtılmış bir kezzap olarak görüyorum. Elbette bu şehrin çilesini çeken, kışıyla, soğuğuyla, işsizlik ve fakirliği ile boğuşan kardeşlerimiz, eğer bazı nimetler söz konusu olursa her zaman önceliğe sahiptirler. Buna hiçbir itirazım olmaz. Ancak, Erzurum’da oturan Erzurumlu ile Erzurum’da oturmayan Erzurumlu diye bir tefrika ne kadar incitici bir yaklaşım. Erzurum’un imkânlarını bölüşürken, tamam öncelik sizin olsun, ama Erzurum sevdasını taksim edecekseniz orada ayrım, gayrım vebal olur, sevgili dostlar.
Bu gün Kayseri, Sivas. Konya, Çorum’da, birçok kere manşetler taşıdığımız kalkınma hamleleri yaşanıyor, her ay birkaç fabrika temeli atılıyorsa, bu birlik ve beraberliğin bir sonucudur. Eğer Erzurum da bir kalkınma hamlesi başlatılacaksa bu, şu an Erzurum’da yaşayanlarla, Erzurum dışındaki Erzurumluların iş birliği ile mümkün olacaktır. Erzurum dışından hayali gazel okuyanlara da HAYIR, Erzurum içinden ayrılık şarkıları besteleyenlere de.
Ekmeğini helalinden kazanmak uğruna hayatın meşakkatli yollarında dolaşıp duran insanoğlu bazen "gurbet" denen mekâna demir atmak zorunda kalır. Küreselleşmenin geniş dünya coğrafyasını bir küçük köy haline dönüştürdüğü günümüzde bile "sıla özlemi" burnumuzun direklerini sızlatan en güçlü insanî histir hala. Yüzlerce havaalanından, otogardan, limandan, istasyondan hareket eden binlerce vasıta gurbetten sılaya "canlar" taşır, bıkmadan, usanmadan. Bütün bu imkânlara rağmen çeşitli nedenlerle bedenini doğduğu topraklara istediği her an ulaştıramayan nice insan da vardır ki, vatanına gönül kuşuyla konar.
Ana rahmine düştüğün, ebenin ellerine bir küçük yavru olarak teslim edildiğin topraklara gönül rabıtasını sıkı tutmak sadece insani bir görev değil, ilahi bir emirdir de. "Sılayı rağm" anne baba sevgisine eş yüce bir buyruk o yüzden. Temiz yüreklere anne-baba, akraba, yar sevgisiyle beraber" şehir sevgisini", "hemşeri muhabbetini " yerleştirmeden, bütünüyle milleti, ümmeti, insanlığı sevmek ne kadar mümkün olabilir ki? Fikir ve his planında önceliği "köklere" vermeden, hümanist bir bakışa erişmek ne kadar müşkül bir iş ve boş bir hevestir.
Nerede ne olursak olalım, önce şehrimizin sade bir evladıyız... Böyle hissedenlere ne mutlu... Böyle düşünenlere binlerce takdir ve aferin... " Doğduğu yerde hatırı olmayan insanlar, yelin savurduğu saman gibi öksüz ve bahtsız canlardır " diyen bilge kişi kimdi şimdi hatırlayamadım, onun bu veciz sözünü tasdik ediyorum ve biraz değiştirerek yazımı onunla noktalıyorum:
" Uzak diyarlardaki hemşerilerini canlarından bir parça sayıp, onlara gönül vizesi koymaya kalkışmayan dostlar, ne kadar vefalı dostlar, ne muhterem canlardır! "
Vahdet Nafiz AKSU
|