GÜN GELDİ BU DAĞDA İTTİ REYHANİ
On gün kadar önceydi. Hayırlı bir iş için Yozgat ilimizin şirin bir köyünde misafir idik. Düğün dernek işte. Millet sohbet ediyor, gençler halay çekiyor. Köy göç vermiş, tıpkı bizim köylerimiz gibi gençler gurbet ellerde soluğu almış. Köyde yaşlılar kalmış, bir de emekli olup sılaya dönen birkaç kişi.
Muhtar dedi ki : “ ağabey bir yaşlı emmimiz var, halk aşığı dedin mi gözlerinin içi güler, ne kadar büyük âşık var hepsinin şiirlerini ezbere bilir, tanışmanızı isterim. Erzurumlu âşıkları da pek sever."
Hoşuma gitti Erzurumlu âşıklardan söz edilmesi, mütevazı bir köy düğününde. Bir müddet sonra baktım muhtar aşağı yukarı yetmiş yaşlarında bir emmiyi tutmuş elinden getiriyor. “ Aha dedi bahsettiğim Mustafa emmi. Otursun yanınıza da, laflayın biraz.”
Ayağa kalkıp Mustafa emminin elini sıktım. Mustafa dayı öz yeğeni gurbetten gelmiş gibi içten, heyecanla sarıldı bana.”Hoş gelmişsin Erzurumlu gardaşım, sefalar getirmişsin. Ne iyi etmişsin de gelmişsin. Bize âşıklar memleketinden aşk kokuları getirmişsin” dedi.
Bu Anadolu köylüsüne birden kanım ısındı. Kendi köyümden, kendi ilimden, hatta kendi kanımdan bir dosttu karşımdaki. Sanki yeni tanışmamışız da, kırk yıllık ahbabız. Düğün derneği unuttuk desem yeridir. Emmiciğimle iki saate yakın aralıksız konuştuk. Bana istisnasız bütün âşıklarımızı saydı, hemen hepsinden şiirler okudu. Tam yirmi sene evvel iki aşığımızı Yozgat’tan tutup köyüne getirmiş. Bir hafta misafir etmiş. Bizim âşıklara demiş ki “gardaşlar, ev sizin hane sizin, keyfinize bakın, yiyin için. Ama küçük şartım var, acıktığınızda saz ile söz ile yemek isteyeceksiniz.” Bizimkiler için sanki zor iş. Her vakit yemeğe ayrı bir koşma koşmuşlar, ayrı bir geydeyle vurmuşlar sazın teline.
Mustafa dayı, Çobanoğlu’ndan da bahsetti. Onu da çok severmiş. “Vefatına babam kadar üzüldüm” dedi. Anlatırken gerçekten yüzü hüzünlendi.
Emrah’ı, Sümmanî’yi biliyordu Mustafa dayı. Günümüz âşıklarından da bahsetti.
Reyhanî’nin hastalığını işitmiş. Çok üzülmüş. “O bir başka âşıktır. O bir başka büyüktür” diyordu. Ve birçok şiirini ezbere biliyordu. “Ölünce gıymetini anlarsınız.” diyordu. “ İsmen hatırlamaz beni, görürsen bir selamımı söyler misin? “ diyordu.
Çok hislendim, neşelendim, coştum o gün. Mustafa Dayının ezberden bana okuduğu Reyhanî şiirini ben ezbere bilmiyordum. Biraz utandım. Orada not ettim.
Al beni ne olur sevdaya götür
Erenlerden geri kaldım sevdiğim
Saz bir bahanedir göğsümü dövdüm
Bir kemik bir deri kaldım sevdiğim
Bu zalim zamanın ne ise kasti
Nereye gittimse yolumu kesti
Sırtımda kırık saz elimde testi
Doldurmadım yarı kaldım sevdiğim
Âşık Reyhanî’yim uğradım derde
Nerdesin sevdiğim nerdesin nerde
Meydanı kaptırdım çakala kurda
Bir sürüden biri kaldım sevdiğim
Düğün dönüşünde yol boyunca Âşıklarımız resmigeçit yaptı zihnimde. Yıllar önce şiirleri üzerinde sohbetler ettiğimiz rahmetli Reyhanî’yi düşündüm. Sözünü sazını defalarca dinlemiştim, şiirlerini okumuştum.
Kendisini hiç hilafsız bu asrın en büyük ozanı olarak görüyordum. Hemşerilik gayretiyle böyle düşünmüyordum. Gerçekten büyük bir âşıktı.Geleneği çok iyi biliyordu,birçok üstadın deyişlerin ezbere biliyordu. Kuralınca, akidesince şiir söylüyordu. Derinden, coşkulu söylüyordu. Ama sanatı onun binde biri kadar olmayanlar daha makbul, daha şöhretli, daha popüler idiler. Bunun bir önemi yok. Eserleri ortada. Zaman hükmünü şaşmaz bir şekilde verecek ve onu Âşıklık geleneğimizin abide bir şahsiyeti olarak kaydedecektir.
Bu yaz, değerli Ağabeyim Prof. Dr. Durkaya ÖREN hocamız her zamanki konukseverlik ve zarafetiyle bizi pikniğe davet etmişti. Çok değerli dostlarla sohbet imkânımız olmuştu. Hocamız, Reyhanî’nin beş altı şiirini o mahir tavrı ile okuyunca kıymetli dostum Mehmet ŞENER bey şöyle demişti: “Görüyor musunuz şu güzel manzarayı. Bir tıp profesörü hala hayatta olan bir halk aşığının şiirlerini ezbere okuyor, biz de hayranlıkla dinliyoruz. Bundan Reyhanî’nin haberi olsaydı, ne kadar mutlu olurdu kim bilir.”
Köyden dönerken bu sohbeti de hatırladım. Arabada herhangi bir âşığımıza ait kaset olsaydı yol boyu dinleyecektim. Yoktu. Radyoyu karıştırdım. Orda da bulamadım. Nasıl da canım çekmişti.
ATATÜRK ÜNİVERSİTELİLER grubunda sayın Dr. Metin Özarslan’ın yazısından Reyhanî’nin vefatını öğrenince bunlar geçti aklımdan. 1932 yılında Hasankale`nin Alvar köyünde başlayan hayat yolculuğunun bitişi bugüne imiş. Vakit saat tamam oldu, her nefs gibi o da tattı ölümü. “Doğar iken boyun eğdim ölmeye” diyordu, eğdi işte.“Azrail gelmesin canım almaya” diyordu, geldi işte.” Bir canım var cananındır veremem” diyordu. Verdi işte. Hem de sahibine, hakiki canana. Mekânı cennet olsun. Pek beceremeyiz böyle işleri, yine de fatihalarımızın kanadına bir dörtlük iliştirelim de gönderelim ustaya :
Her şey fani, bade hani, mey hani
Ağa hani, paşa hani, bey hani
"Nefî sürgün idi, Emrah mezarsız"
"Gün geldi bu dağda itti reyhani"
Vahdet Nafiz AKSU
|