|
Türk-Ermeni İlişkilerinde
Tarihi Gerçekler |
|
Tarihi olayları tahrif ederek bugüne taşıyan
emperyalist güçler, sözde ermeni iddialarını sürekli canlı tutma
çabası içindedirler. Birçok Avrupa parlamentosu, Ermeni
diaspora’sının iftiraları doğrultusunda kararlar almakta
tereddüt göstermemişler, Türkiye’nin bu konudaki haklı
itirazlarına kulak tıkamışlardır. Avrupa’da emellerini
gerçekleştiren Ermeni’ler, şu anda ABD’NİN yeni yönetimine
tezlerini kabul ettirmek için yoğun çaba gösteriyorlar.
Batılı emperyalist devletlerin; Fransa,
İngiltere, Rusya ve Almanya’nın suni olarak gündeme getirdikleri
“Ermeni Meselesi” üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türk
Milleti’nin milli meselesi haline gelmiştir. [1] Ermeni sorunu,
yüce devletimizi meşgul, aziz milletimizi müteessir eder bir
nitelikte günümüze taşıyan gelişmelerin incelenmesinin ve
geleceğe yönelik olarak derslerin çıkarılması gerekmektedir. [2]
Türkiye, uzun yıllardan beri ihmal ettiği bu
konuda, son yıllarda daha aktif çalışmalar yürütmeye başlamış,
sözde soykırım iddialarını çürütmek için yoğun bilimsel ve
kültürel çalışmalara girişmiştir. Bu çalışmaların “Bitmez
tükenmez bir entelektüel enerjiye” dönüşmesi gerekmektedir.
Türkler, aslında bu meselenin mağduru
durumundadır. Tarihi sürece göz attığımızda, ortada Türklerin
neden olduğu bir soy kırımla değil, Türk Milletinin, ağır savaş
koşullarında muhatap olduğu bir ihanet ve mezalimle
karşılaşıyoruz. ABD’li tarihçi Justin Mc Carthy “Ölüm ve
Sürgün” adlı eserinde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra,
İstanbul’u işgal edip, Osmanlıların bütün arşiv ve yazışmalarını
elleri altında bulunduran İngiltere ve Fransa otoritelerinin,
bütün çabalarına rağmen, Osmanlı Devleti’nin Ermenileri planlı
imhasından suçlu olduğuna dair hiçbir delil bulamadığını
yazmaktadır. [1]
Mesele genç nesillere anlatılırken bu temel
tezden hareket edilmelidir. Biz, makalemizde soruna bu açıdan
yaklaşacak, “Ermeni Meselesini” tarihi süreç içinde
inceleyerek, geleceğe ilişkin stratejiler tespit etmeye
çalışacağız.
“Ermeni Sorunu”,
sadece Türk Dünyasının bir sorunu olarak değil,
Ortadoğu’da, Kafkasya’da çıkar ve emelleri olan emperyalist
devletlerin hepsini birden ilgilendiren milletlerarası bir
problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Boğazın Hasta Adamı’nı
ortadan kaldırmanın ve topraklarını parsellemenin adını “Şark
Meselesi” olarak koyan batılı emperyalist devletler, farklı
bir kisveye bürünüp, Ermenilerle izdivaç yaparak, onları
Kafkasya’da kendi siyasi ve iktisadi çıkarları doğrultusunda
tarih boyunca kullanmışlardır, kullanmaya da devam
etmektedirler.
Türkiye iki asırdan beri “Şark Meselesi”nin
kıskacında bulunmaktadır. Türklerin XI’nci yüzyılda, Anadolu’ya
gelişleri ile başlayan, Türk-Ermeni ilişkilerinin son 125 yıllık
döneminin sorunlarla yüklü olduğu tarihi bir gerçektir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun son döneminde gündeme gelen Ermeni sorununun
doğmasında ve gelişmesinde, imparatorluğun iç şartlarından çok
Avrupalı büyük güçlerin, dünyanın paylaşımına ilişkin
politikalarının bir gereği olarak yapmış oldukları istismar,
tahrik ve teşvikleri etkili olmuştur.
“Ermeni Sorunu”
konusunda “Ermeni Tezlerinin” tarihi ve
ilmi gerçeklere dayanmadığını görebilmek/gösterebilmek için
“Tarihten bugüne Türk-Ermeni ilişkilerine” bir göz atmakta
yarar vardır. Öyleyse konuyu, Selçuklu Döneminden alarak bugüne
getirmeye çalışalım.
Selçuklular Döneminde Türk Ermeni İlişkiler
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar
tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara
itilen ve çoğu zaman üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören
Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra; Türklüğün
adil, insani, hoşgörülü, birleştirici töre ve inancından
yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı
olan 19. yüzyıl sonlarına kadar olan devir, " Ermenilerin
Altın Çağı " olmuştur. [4]
XI. yüzyılın sonlarına doğru Selçuklu Türkleri
Anadolu’yu Ermenilerden değil de, Bizans İmparatorluğundan
alarak Türk yurdu haline getirmişlerdir. [1] Çağdaş Ermeni
kaynakları; Urfalı Matheos, Aristakes, Sebeos
ve Süryani Mihael, Türkler’in Bizans’a karşı zafer
elde etmelerini ve Anadolu’yu Türk Vatanı haline getirmelerini
büyük bir sevinçle karşılamışlardır. Çünkü tarihte Ermeni ve
Süryanilere karşı en büyük zulmü, katliamı yapan, tehcire (göçe)
tabi tutan, mezheplerini ve kiliselerini yasaklayan Bizanslılar
ve İranlılar olmuşlardır. Ermeni Matheos’un “İnsanların en
adili, en akıllı ve kudretlisi olan Melikşah, bütün insanlara
karşı baba gibi idi. Bütün Rum ve Ermeniler kendi istekleri ile
onun yönetimine girdiler” şeklindeki ifadesi Ermeni
yazarının tarihi itirafıdır. Çağdaş kaynaklardan Süryani
Mihael ise şöyle yazmaktadır. “Türkler, şirretli ve
Rafızi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor,
hiçbir baskı zulüm düşünmüyorlardı” [1]
Türkler, XI. Yüzyılda Ermenilerin imdadına
yetişmemiş olsaydı, hâkim milletler onları, kendi bünyelerinde
eritip yok edeceklerdi. Şayet Ermenileri, bugün dahi temsil eden
“Milli Kilise”leri varsa, yeryüzünde bugün Ermeni
mevcutsa, bunu Türklerin müsamahasına ve hoşgörüsüne borçlu
olduklarını tarih kaydetmektedir. [1]
Osmanlılar Döneminde Türk Ermeni İlişkiler
İlk Osmanlı-Ermeni ilişkileri Batı Anadolu’da
başlamıştır Orhan Gazi döneminde Çukurova’dan Kütahya bölgesine
göç eden bir kısım Ermenilerin ruhani reisleri ile beraber
Bursa’ya nakledildikleri bilinen bir gerçektir. Büyük devlet
adamı Fatih, Rum Ortodokslarına sağladığı din özgürlüğünü
Ermenilere de vermiş, Bursa’daki Ermeni patrikhanesini
İstanbul’a taşıyarak bu tarihi şehirde Ermeni patrikhanesini
kurdurmuştur. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’nda Şah
İsmail’i yendikten sonra Tebriz’de bulunan birçok sanatkâr ve
kuyumcu Ermeni’yi İstanbul’a yerleştirmiştir. Kanuni Sultan
Süleyman devrinde, Ermeni adı verilen toplulukların yaşadığı
toprakların tamamen Osmanlı topraklarına katılması üzerine
özellikle Van ve yöresinde bulunan Ermeniler İstanbul’a göç
etmişlerdir. [1]
Altı asırlık Osmanlı tarihinde, Osmanlı Devlet
Adamlarının sayesinde Ermeni adı, kültürü, dini, kilisesi yok
olmaktan kurtulmuş, Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığa karşı
Gregoryen Ermeniler koruma altına alınmıştır. Osmanlı
Devleti’nin bürokrasisinde bakan, müsteşar gibi önemli görevlere
gelen Ermeniler, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde de temsil hakkı
elde etmişlerdir. [1]
29 Mart 1862 tarihinde “Ermeni Milleti
Nizamnamesi” Osmanlı Hükümetince kabul edildi. Bu nizamname
Türkiye Ermenilerinin siyasi, toplumsal varlıkları üzerinde yeni
bir dönem başlatmıştır. Gerçekten de Osmanlı hükümeti Ermenilere
çok geniş siyasî, dinî, iktisadî haklar tanımıştır. [1]
XIX. yüzyılın başlarında Rusların Kafkasya ve
Doğu Anadolu üzerinden Akdeniz’e inme siyasetleri ve İngiltere,
Fransa’nın Kafkasya’da bir Ermenistan kurma vaatleri karşısında,
bu tarihe kadar “Millet-i Sadıka” (Sadık Millet)
olarak adlandırdığımız Ermeniler, Türk Milleti’ne ihanet etmek
suretiyle, Türk Devleti’ne ve Türk Milleti’ne yönelik
saldırılara başlamışlardır. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda
Ermeniler Osmanlı Devleti’ne ihanet ederek, Rusya’ya savaş
esnasında asker vererek yardımda bulundular. Harbin patlak
vermesiyle Kars ve Çıldır’daki Ermeniler Rusya’ya bağlılıklarını
bildirdikleri gibi, Ermeni çeteleri Erzurum’un düşmesinde de Rus
ordusuna yardım etmişlerdir. 1887 yılında Kafkasyalı
Ermenilerden Avedis Nazarbeg ve eşi Maro tarafından İsviçre’de
Hınçak Komitesi kurulmuştur. 1890 yılında da Rusların yardım ve
destekleriyle Taşnak Sütyun Komitesi Tiflis’te kurulmuştur. Her
iki Ermeni cemiyetin hedefi Osmanlı ülkesinde isyan çıkarmak,
silahlı tedhiş hareketlerinde bulunmaktı. [1]
Ermeniler ilk isyanı 20 Haziran 1890 tarihinde
Erzurum’da çıkarmışlardır. Sırası ile Osmanlı ülkesinde
Ermenilerin organize ettiği isyanlar; Musa Bey Olayı, Kumkapı
Gösterisi, Merzifon, Kayseri ve Yozgat Olayları, Birinci Sasun
İsyanı, Babaali Gösterisi, Zeytun İsyanı, Van İsyanı, Osmanlı
Bankasına yapılan saldırı, İkinci Sasun İsyanı, Padişah II.
Abdülhamid’e Yıldız Camii önünde düzenlenen suikast, Osmanlı
ülkesinde tam bir terör estirmiştir. [1]
Bizim zorunlu göç ettirme anlamında kullandığımız
(tehcir) Ermenilerin ise soykırım olarak adlandırdıkları (genocide),
Ermenilerin yarattıkları sorunların doruk noktasına ulaştığı
Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanmıştır. Her iki taraftan
büyük kayıplarla sonuçlanan acı ve elem verici bu olayı gerçek
mahiyeti, sebepleri, boyutları ve sonuçlarıyla birlikte objektif
bir bakışla değerlendirmek gerekir. [2]
Doğu Anadolu Bölgesi’nde Taşnak ve Hınçak
çetelerinin katlettiği 520 bin Müslüman-Türk’e ait 185 toplu
mezar ve Türk katliamı ile ilgili Osmanlı, Başbakanlık ve Askeri
Tarih Arşivlerinde binlerce belge mevcuttur. Arşivlerimiz açık
olup, yerli ve yabancı ilim adamlarının bilgisine ve
istifadesine sunulmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi’nde katliamlara
uğrayanların, bölgenin gerçek sahipleri olan Türkler olduğu ve
1915-1919 yılları arasında bir “Türk Soykırımı”nın
yaşandığı gerçeğini anlatamadığımız için, hayali Ermeni
senaryoları dünya kamuoyunda gerçekmiş gibi kabul edilmeye
başlandı ve Türk Milleti olarak hak etmediğimiz tarihimize
yönelik saldırılarla muhatap olmak zorunda kaldık. [1]
Ermeni Tehciri, Sebepleri Ve Uygulaması
Bugün Ermenilerin sığındığı ve tarihi gerçekleri
tahrif ederek dünyayı ayağa kaldırdıkları bir olayın iyi
bilinmesi gerekiyor. Ermeni Tehciri meselesi, belki tarihin en
çok istismar edilen olayıdır. Bu bakımdan hem Türk gençliğine,
hem dünya kamuoyuna Tehcir olayını çok iyi anlatmamız lazımdır.
Osmanlı Devleti, Ermenilere karşı en son çare
olarak “Tehcir Kanunu”olarak bilinen, sevk ve iskân kanununu
çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331(27 Mayıs 1915) tarihli bu geçici
kanunla, burada
Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hıyanetleri
görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak
yerlere gönderilmesi istenmektedir. Bu kanun, Ermeniler
tarafından iddia edildiği gibi, Osmanlı Devleti’nin kendilerine
işkence yapmak isteğinden değil, silâhsız sivil halkı ve Osmanlı
Ordusunu, Ermeni çetelerine karşı korumak amacı için hazırlanmış
bir kanun idi. [2]
Osmanlı Devleti'nin yaptığı işlem, hukukî
bakımdan sınır dışı etme (deportatiton-expulsion) mahiyetinde
değildir. Ülke içi nakildir (displacement-relocati-on). Devletin
bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati önemdeki ulusal güvenlik
ihtiyaçları bu önlemleri zorunlu kılmıştır. 7[7]
Nutuk’ta Ermeni Mezalimi
Büyük önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün Nutukta dile getirdiği önemli gerçekleri
özümsemeden, Milli Mücadele dönemindeki Türk-Ermeni
ilişkilerini sağlıklı bir şekilde analiz etmek zordur.
Atatürk’ün çizdiği
pencereden bakarsak, sadece o dönemdeki olayları değil, daha
sonraki gelişmelere de doğru tanı koyabiliriz. ...
Şimdi o gülere
dönelim ve çeşitli bölgelerdeki mezalimleri Mustafa Kemal
Atatürk’ten dinleyelim:
Güney bölgelerinde,
yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler,
gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki
Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her
tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti
gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı.
Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli
tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir
etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları
işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu
vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve
canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini
savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla
birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında
İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı
yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.
Adana ili içindeki
Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan
Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek
tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve
bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen
Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası,
medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek
nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan
vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul
edilebilirdi? (s. 260,261)
...
Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor
...
Arzu buyurursanız o
günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim:
Yüksek hey’etinizce
de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri
Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde,
Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı.
1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler
dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar
verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici
seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir
Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık.
...
Efendiler, savaş
alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 2 Ekim 1920 günü
Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı
terketti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım
tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve
Gümrü’yü ele geçirdi.
Ermeniler, 6 Kasımda
ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes
anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, 8
Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış
görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü
Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)
Lozan Konferansı Başlarında Ermeni İstekleri
Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Doğu
Harekâtı'nın başarıya ulaşması üzerine 1920 yılı sonlarında
Ermenilerle onları destekleyen İtilâf Devletleri'nin hesapları
bozulmuş ve "Ermeni Meselesi" Milletler Cemiyeti'ne
getirilmiştir. İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, ermenilerin
durumunu iyileştirmek, Türkiye'de kalanlar için birtakım
imtiyazlar koparabilmek maksadıyla genel kurulun toplanmasını
istemiştir. Yapılan toplantıda, "Ermeni Meselesi"ni çözüme
kavuşturmak üzere bir devletin görevlendirilmesi ve bir rapor
hazırlanması kararlaştırılmıştır. [7]
21 Şubat-22 Mart 1921 tarihlerinde yapılan bu
İkinci Londra Konferansı'na Bogos Nubar Paşa ve Aharonyan
katılmış, bunların teklifi 26 Şubat'ta dile getirilmiştir. Buna
göre, Ermenistan'ın birleşmiş ve müstakil bir devlet olduğu,
Türklerin Ermenistan'a saldırısının Sevr'i yıkmayı amaçladığı
ileri sürülerek, Sevr'in geçerli olması istenmiş ve Çukurova
(Kilikya) konusunun bu antlaşmada yer almadığından bahisle,
Çukurova'ya da muhtariyet verilmesinde ısrar edilmiştir.[7]
Fransız temsilcisi ise "iddia edildiği gibi
Ermenilerin Çukurova'da çoğunlukta olmadıklarını ve statükonun
bu durumda değiştirilmesinin mümkün olmadığını, ancak oradaki
azınlıklara Fransız Hükûmeti'nin önem vereceğini" belirtmiştir.
[7
Bunun üzerine Konferans'ta Ermenilerle ilgili
olarak kabul edilen 9. maddede "Ermenistan'la ilgili
taahhütlerin, Türkiye Ermenilerinin Asya Türkiye'sinin doğu
hudutlarında bir milli "ocak" (yurt) için haklar tanınmak ve
Milletler Cemiyeti'nin Ermenistan'ın nakli uygun ve haklı olacak
bir yer hakkında verilecek kararına uyması suretiyle telif
olunabileceği" ifade edilmiştir. Böylece, Sevr Antlaşması'nın
88. maddesindeki "hür ve müstakil devlet" yerine, özellikle
Amerikalıların teşvikiyle, Londra Konferansı'nda, diplomatik
dille, müphem bir "ocak" veya "yurt" kavramı ortaya atılmıştır.
[7]
22-26 Mart 1922'de Paris Konferansı'nda
hazırlanan "barış projesi"nde "Ermeni ocağı" da görüşülmüş,
Milletler Cemiyeti'nin kararına uyulacağı kabul edilmiş ve bir
anlamda Lozan'a giden yolda Ermenilere bir açık kapı
bırakılmıştır. [7]
Bu kararda, Lord Curzon'un 1921
Nisanında Lord lar Kamarası'nda "Çukurova (Kilikya)'da çoğunluk
Türklerde bulunduğundan buranın Türklere terk edileceğin
söylemesi ve imzalanan Ankara Itilâfnâmesi'yle Fransızların
bölgedeki etkisinin kalmayacağının ortaya çıkması üzerine,
Türkiye'deki Ermeni Patriği Zava Efendi başta olmak üzere,
ruhani görevlerini bir tarafa bırakıp siyasetle uğraşan hattâ
terör hareketlerini bile katılan diğer din adamlarının ve Ermeni
çevrelerinin Paris Konferansı'na çektikleri telgrafların ve
gönderdikleri mektupların da tesiri olmuştur.
[7]
Türk Ordusunun 30
Ağustos 1922'de Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nden sonra
İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
temsilcilerini İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapılacak barış
konferansına davet etmişlerdir. Konferansta azınlıklarla,
dolayısıyla Ermenilerle ilgili konuların da görüşüleceğinin
ortaya çıkması üzerine, Ermeni çevreleri hem konferansa davet
edilmek, hem de isteklerin kabul ettirmek için yoğun bir
faaliyet içine girmişlerdir.
Bazı Ermeniler, Osmanlı
Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanlarıyla birlikte
hareket etmişler ve Türkiye Cumhunyeti'nden toprak talebinde
bulunma cesaretini göstermişlerdir. Kendilerini savaşta kullanan
İtilâf Devletleri'nden bu defa barışta yardımlarını istemişler
ve her yolu deneyerek onların desteğini ararken, bir milyondan
fazla sivil halkını katlettikleri Anadolu Türkü'nün Lozan'a
giden temsilcilerinden bile, aracılar koymak suretiyle, medet
ummuşlardır. Elbette bu kadar sivil insanını soy kırıma uğratan,
düşmanla iş birliği yapıp ihanet eden ve yine onlarla ülkeyi
terkedip giden ve yüzyıllarca üzerinde yaşadıkları ülkeyi
bölmek, parçalamak için fırsat kollayan Ermenilerin bu
isteklerini ne Türk halkı ne de onun temsilcileri kabul
edemezdi. [7]
Ermenilerin bu müracaatı da sonuç
vermemiş ve Lozan görüşmelerine alınmamışlardır. Ancak Türk
Heyetinin itirazlarına rağmen 12 Aralık 1922'deki Azınlıklar Alt
Komitesi'nde dinlenmeleri İtilâf Devletleri delegeleri
tarafından kabul edilmiştir.
[7]
Lozan Konferansı
Azınlıklar Alt Komitesinde Görüşülen "Ermenilik" Konusu
Konferansın Azınlıklar Alt
Komitesi'nin 15-30 Aralık 1922 ve 6 Ocak 1923 tarihlerindeki
toplantılarında, Türk heyetinin itirazlarına rağmen, Ermenilerin
durumu da dikkate alınmıştır. Başkanlığını İtalyan temsilcisi
Montagna'nın yaptığı toplantılarda, Türk delegesi Dr. Rıza Nur,
"Ermeni ocağı" konusunun görüşülmesine ve Ermeni delegelerine
söz verilmesine itiraz etmiş ve Ermenilerin konuşturulduğu
toplantıya katılmamıştır.
[7]
30 Aralık tarihli
toplantıda Amerika Birleşik Devletleri Temsilcisi, Ermeni
yurdunun kurulmasını isteyen bir bildiri sunmuştur: Amerikan
bildirisinin okunmasından sonra Komisyon Başkanı M. Montagna ve
Sir Horace Rumbold söz almış ve Ermeni yurdu konusunu
savunmuşlardır.
"Ermeni Yurdu"
Konusunun Lozan Konferansı'ndan Çıkarılması
Türk heyetinin bütün itirazlarına
rağmen Azınlıklar Komitesi'nde görüşülen konular ve Ermeni yurdu
meselesi bir raporla Konferans'ın 9 Ocak 1923 tarihli
toplantısına getirilmiştir. Ancak, Türk heyetinin kararlı
tutumuna rağmen, bir ara Ermeni yurdu konusu Lord Curzon
tarafından dile getirilmişse de, İsmet Paşa'nın buna ilave
edeceği bir şey olmadığını belirtmesi üzerine bu konu bir daha
Lozan Konferansı'nda görüşülmemiş ve antlaşma metninde yer
almamıştır.
[7]
Böylece batılı
devletler tarafından savaş sırasında teorik olarak ve fiilen
gündeme getirilen suni "Ermeni meselesi", tehcir olayı ve Türk
zaferleriyle askeri olarak ve Lozan'daki son durumda da hukukî
ve siyasî olarak sona ermiştir.
Ermeniler, Lozan'da da
desteklenmek istenmesine rağmen, Türklerin yoğun çabaları,
batılı devletlerin yeni bir savaşı göze alamamaları, Ermenilerin
asılsız ithamlarının ortaya çıkması üzerine konu bir kere daha
tekrar rafa kaldırılmıştır.
[7]
İkinci Dünya Savaşı Sırasında Ermenilerin
Faaliyetleri
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabuklarına
çekilen Ermeniler, yeni bir dünya savaşı başlarken yine birtakım
beklentiler içine girmişlerdir. Lozan Konferansı sırasındaki
gibi, eski destekçilerine mektuplar telgraflar göndermişler,
doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya kalkışmışlardır. [7]
Ermenilerin bulundukları bütün ülkelerde
yürütülen bu faaliyetler ve uluslar arası kuruluşlara yapılan
yeni müracaatlar, Sovyet basın-yayın kuruluşlarınca da
desteklenmiş ve Rusya'nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925
tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı'nın süresinin
sona ermesi üzerine Rusya'nın Boğazlar ve Doğu Anadolu'dan
imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte mütalaa edilmiştir. [7]
Bu ve müteakip müracaatlarda da Ermeniler yine
Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi rüzgâr ekip fırtına
biçmişlerse de, "Ermeni Meselesi"ni yine dünya kamuoyunun önüne
getirmişler ve Ermenistan'daki ve diğer ülkelerdeki
yurttaşlarıyla arasında en azından kültürel açıdan köprüler
kurabilmişlerdir [7]
Ermeni Milletinin Ulusal Hedefi Türk
Düşmanlığıdır
Ermenilerin iki asırdan beri Türk Milletine
yönelik düşmanca bir siyaset izlediklerine kuşku yoktur. Şimdiye
kadar dile getirdiğimiz gerçekleri şu şekilde özetleyebiliriz:
·
1915-1919 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
519.000 Müslüman-Türk’ü katletmişlerdir.
·
I. Dünya Savaşı’nda Rus ordularına ajanlık yapmak suretiyle
Çarlık Rus orduları Doğu Anadolu’yu işgal etmişlerdir.
·
Rusya’nın ve Batılı devletlerin bölgedeki taşeron gücü olarak
uluslar arası anlaşmalara suni Ermeni sorununu taşımak suretiyle
tarihi Türk topraklarında bir Ermenistan devletinin kurulmasını
sağlamışlardır.
·
1973-1995 yılları arasında Ermeni Terör Örgütü olan ASALA
tarafından dünyanın 21 ayrı ülkesinde 41 diplomatımız alçakça
şehit edilmiştir.
·
Bugün Rusların yardımıyla Azerbaycan’ın %25 oranındaki
toprakları Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. Bir buçuk
milyon Azerbaycan Türkü de topraklarından zorla atılmak
suretiyle zorunlu göçe tabi tutulmuştur.
·
Ermenistan, Devletler Hukuku Esaslarını ve Kurallarını ihlal
ederek 1995 tarihli Ermenistan Anayasasında Türkiye’nin Doğu
topraklarını; Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır, Erzincan,
Van’ı, “Batı Ermenistan” olarak yayınladıkları haritalarda
göstermektedirler.
·
Bugün ülke parlamentolarına taşınan sözde soykırım yasa
tasarılarının arkasında Ermenistan devlet başkanı Robert
Koçaryan ve Ermenistan hükümeti bulunmaktadır.
[1
Türk-Ermeni
İlişkilerinde Vizyon Arayışları ve Stratejik Hedefler
Türkiye'nin özellikle 1973'ten sonra dünya
kamuoyuna mal edilen terörist eylemlerle hız kazanan,
1980'lerden sonra siyasallaşma yolunda hızla ilerleyen nihayet
1990'lardan sonra da siyasallaşma çabalarına eklenen uluslar
arası hukukun bir konusu yapılmaya çalışılan Ermeni Sorunu
yukarıda izah edildiği gibi, derinlikleri tarih içinde bulunan
bir temel sorundur. [7]
Türkiye bu sorunun çözümünde çok dikkatli hareket
etmelidir. Dünyanın çeşitli ülke parlamentolarında gündeme
getirilen ve bazılarında kabul edilen "soy kırımı tasarıları"nı,
o ülkelerdeki iç siyasetle ilişkilendirmek son derece yanlıştır.
Bu, Türkiye'nin uzun soluklu bir strateji belirleyip
uygulamasını engellemekte ve devletin bürokrasisini adeta
"atalete" itmektedir. Tasarılar gündemden düşünce mesele sanki
rafa kaldırılmaktadır. Bu son derece yanlıştır. [7
Türkiye’nin, Ermeni
iddiaları karşısında bilimsel, hukuki çabalarına yoğunluk
vermesi gerekmektedir. Ermeni diasporasının ve Ermenistan’ın
Türkiye’yi dünya kamu oyu ve uluslar arası kuruluşlar nezdinde
yalnızlaştırma çabalarının üstesinden gelebilmek için kısa
vadede yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:
1. Öncelikle,
devletin ilgili kurumları içinde kalıcı, daimi bir merkez
oluşturulmalıdır.
2. Konu ile ilgili
çalışan, birikimi olan bilim adamları, politikacılar,
bürokratlar (sivil-asker) bu merkezi sürekli bilgilendirecek
şekilde çalışmalara katılmalıdırlar.
3. Bu merkez önce
bir strateji belirlemelidir.
4. Strateji iki ana
noktada odaklanmalıdır. Bu noktaların biri, Ermeni iddialarının
yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna
anlatmak şeklin de olmalı; ikincisi ise Türk milletinin gerçek
mağdur olduğunun belgelerle dünyaya anlatılması ve bu konuda
siyaset kurumunun adeta "davacı" olması sağlanmasıdır.
5. Başta
üniversiteler olmak üzere çok çeşitli ve birbirinden kopuk bir
şekilde yürütülen çalışmaların, merkez tarafından koordine
edilmesi sağlanmalıdır. Mevcut çabalar, hem güç kaybına hem de
maddi kayıplara yol açmakta ve dahası herhangi bir sonuç
vermemektedir.
6. Ermenistan
dışındaki Ermeni toplumunun çalışma yöntemleri dikkate alınarak,
dünyanın her yerine dağılmış olan Türkler, organize edilmeli;
Ermeni Meselesi başta olmak üzere, Türkiye aleyhtarı bütün
faaliyetler ile mücadele, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere,
Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı,
Milli Savunma Bakanlığı ile bazı kamu kurum ve kuruluşlarının
yurt dışındaki temsilcilerinin asli görevleri olmalıdır.
7. Bütün bu faaliyetler yürütülürken, hedef kitle
iyi belirlenmeli; Ermenistan, Ermenistan dışındaki Ermeni
toplumu, destek veren ülkelerin hükümetleri ve nihayet iç ve dış
kamuoyu ayrı ayrı muhatap kabul edilmeli, bunların her birisine
karşı bazen ortak, bazen farklı politikalar üretilmelidir. [7]
Son aylarda Ermenistan’la ilişkilerimizde bazı
yumuşama işaretleri gözlenmektedir. Cumhurbaşkanı düzeyinde
gerçekleştirilen geziler, Ermenistan Bakanlarının ülkemizdeki
uluslararası etkinliklere katılmak suretiyle sergiledikleri
yakınlaşma çabaları, köklü tarihi ihtilafların çözümüne ne
derecede yarar sağlayabilir?
Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki yumuşama
belirtileri dünya barışı için yararlı bir adımdır. Ancak, güncel
ekonomik çıkarlar tarihi hafıza kaybına neden olmamalı,
Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları yeni diplomatik atakların
başarısı için gözden ırak tutulmamalıdır. Ermenistan kapısının
açılması, Ekonomik açılımların gerçekleştirilmesi hayalleri
kurulurken, diaspora ve destekçi ülkeler hala soykırımın
tanınması yolundaki ısrarını sürdürüyorsa, bu noktada durup
düşünmemiz gerekiyor.
Türkiye’ye karşı bugüne kadar sürdürülen ve ilmi
gerçeklere dayanmayan Ermeni Propagandası, ne bu Taşeron Devlet
Ermenistan’a ne de Ermenistan’ı kendi siyasi, iktisadi çıkarları
için kullanan Rusya, Fransa ve Batılı devletlerin hayrına
olmamıştır ve olmayacaktır.
Eğer, Ermeni tarafı yakınlaşma çabalarında
samimiyse bu gerçeği gözden ırak tutmamalı ve kirli propaganda
çabalarından vazgeçmelidir.
Ermenistan, Kafkasya’da bağımsız bir devlet
olarak varlığını sürdürmek istiyorsa, bu Türkiye ve komşularıyla
iyi münasebetler kurmasına bağlıdır. Türkiye Ermenistan’a
tarihin her döneminde dostluk elini uzatmış ve iyi komşuluk
münasebetlerinin kurulması için Kafkasya’nın güvenlik ve
istikrarı açısından büyük önem arz eden bir ülkedir.
Ermenistan, Türkiye ile yakınlaşma
politikalarında samimiyse, Rusya ve Batılı Devletlerin
bölgedeki taşeronluk görevini süratle terk etmek zorundadır. Bu
yolda mutlaka atması gereken ikinci adım ise, işgal ettiği
Azerbaycan topraklarını tahliye etmektir. Bu koşulları yerine
getirmeyen bir Ermenistan’la kalıcı ve sürdürebilir ekonomik,
siyasi, kültürel ilişkilerin kurulabilmesi boş bir hayalden
KAYNAKLAR
[1] KÜRKÇÜOĞLU, E. Tarihi Belgelerin Işığında
Ermeni Sorunu,
Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi,
Erzurum
[2]
AVŞAR, S. Ermeni Sorunu Ve Türkiye, Genelkurmay Atase
Başkanlığı, Atarem Genel Sekreterliği
[3]
KORKMAZ, Z. Atatürk, Kemal; Nutuk, Yay. Ata. Arş. Mrk., 2000
[4] Türk-Ermeni ilişkileri
Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni
İlişkileri Araştırma Merkezi
http://fakulteler.atauni.edu.tr/ermenia/
200
[6]
TACAR, P Hukuki ve
Siyasi Boyutuyla Ermeni Sorunu "Ermeniler Soy Kırıma Uğratıldı
mı?"
[7]
GÜLER, A. Lozan'dan
Günümüze Ermeni Sorunu, Anıtkabir,Atatürk ve Kurtuluş Savaşı
Müzesi Komutanı,
[8]
CABBARLI, H. Bağımsızlık Sonrası Ermenistan-Rusya İlişkileri,
ASAM, Kafkasya Araştırmaları Masası.
|