Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
 

Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihi Gerçekler

Tarihi olayları tahrif ederek bugüne taşıyan emperyalist güçler, sözde ermeni iddialarını sürekli canlı tutma çabası içindedirler. Birçok Avrupa parlamentosu, Ermeni diaspora’sının iftiraları doğrultusunda kararlar almakta tereddüt göstermemişler, Türkiye’nin bu konudaki haklı itirazlarına kulak tıkamışlardır. Avrupa’da emellerini gerçekleştiren Ermeni’ler, şu anda ABD’NİN yeni yönetimine tezlerini kabul ettirmek için yoğun çaba gösteriyorlar.

Batılı emperyalist devletlerin; Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya’nın suni olarak gündeme getirdikleri “Ermeni Meselesi” üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türk Milleti’nin milli meselesi haline gelmiştir. [1] Ermeni sorunu, yüce devletimizi meşgul, aziz milletimizi müteessir eder bir nitelikte günümüze taşıyan gelişmelerin incelenmesinin ve geleceğe yönelik olarak derslerin çıkarılması gerekmektedir. [2]

Türkiye, uzun yıllardan beri ihmal ettiği bu konuda, son yıllarda daha aktif çalışmalar yürütmeye başlamış, sözde soykırım iddialarını çürütmek için yoğun bilimsel ve kültürel çalışmalara girişmiştir. Bu çalışmaların “Bitmez tükenmez bir entelektüel enerjiye” dönüşmesi gerekmektedir.

Türkler, aslında bu meselenin mağduru durumundadır. Tarihi sürece göz attığımızda, ortada Türklerin neden olduğu bir soy kırımla değil, Türk Milletinin, ağır savaş koşullarında muhatap olduğu bir ihanet ve mezalimle karşılaşıyoruz. ABD’li tarihçi Justin Mc Carthy “Ölüm ve Sürgün” adlı eserinde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul’u işgal edip, Osmanlıların bütün arşiv ve yazışmalarını elleri altında bulunduran İngiltere ve Fransa otoritelerinin, bütün çabalarına rağmen, Osmanlı Devleti’nin Ermenileri planlı imhasından suçlu olduğuna dair hiçbir delil bulamadığını yazmaktadır. [1]

Mesele genç nesillere anlatılırken bu temel tezden hareket edilmelidir. Biz, makalemizde soruna bu açıdan yaklaşacak, “Ermeni Meselesini”  tarihi süreç içinde inceleyerek, geleceğe ilişkin stratejiler tespit etmeye çalışacağız.

“Ermeni Sorunu”, sadece Türk Dünyasının bir sorunu olarak değil, Ortadoğu’da, Kafkasya’da çıkar ve emelleri olan emperyalist devletlerin hepsini birden ilgilendiren milletlerarası bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Boğazın Hasta Adamı’nı ortadan kaldırmanın ve topraklarını parsellemenin adını “Şark Meselesi” olarak koyan batılı emperyalist devletler, farklı bir kisveye bürünüp, Ermenilerle izdivaç yaparak, onları Kafkasya’da kendi siyasi ve iktisadi çıkarları doğrultusunda tarih boyunca kullanmışlardır, kullanmaya da devam etmektedirler.

Türkiye iki asırdan beri “Şark Meselesi”nin kıskacında bulunmaktadır. Türklerin XI’nci yüzyılda, Anadolu’ya gelişleri ile başlayan, Türk-Ermeni ilişkilerinin son 125 yıllık döneminin sorunlarla yüklü olduğu tarihi bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde gündeme gelen Ermeni sorununun doğmasında ve gelişmesinde, imparatorluğun iç şartlarından çok Avrupalı büyük güçlerin, dünyanın paylaşımına ilişkin politikalarının bir gereği olarak yapmış oldukları istismar, tahrik ve teşvikleri etkili olmuştur.

“Ermeni Sorunu” konusunda “Ermeni Tezlerinin” tarihi ve ilmi gerçeklere dayanmadığını görebilmek/gösterebilmek için “Tarihten bugüne Türk-Ermeni ilişkilerine” bir göz atmakta yarar vardır. Öyleyse konuyu, Selçuklu Döneminden alarak bugüne getirmeye çalışalım.

Selçuklular Döneminde Türk Ermeni İlişkiler

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu zaman üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. yüzyıl sonlarına kadar olan devir, " Ermenilerin Altın Çağı " olmuştur. [4]

XI. yüzyılın sonlarına doğru Selçuklu Türkleri Anadolu’yu Ermenilerden değil de, Bizans İmparatorluğundan alarak Türk yurdu haline getirmişlerdir. [1] Çağdaş Ermeni kaynakları; Urfalı Matheos, Aristakes, Sebeos ve Süryani Mihael, Türkler’in Bizans’a karşı zafer elde etmelerini ve Anadolu’yu Türk Vatanı haline getirmelerini büyük bir sevinçle karşılamışlardır. Çünkü tarihte Ermeni ve Süryanilere karşı en büyük zulmü, katliamı yapan, tehcire (göçe) tabi tutan, mezheplerini ve kiliselerini yasaklayan Bizanslılar ve İranlılar olmuşlardır. Ermeni Matheos’un “İnsanların en adili, en akıllı ve kudretlisi olan Melikşah, bütün insanlara karşı baba gibi idi. Bütün Rum ve Ermeniler kendi istekleri ile onun yönetimine girdiler” şeklindeki ifadesi Ermeni yazarının tarihi itirafıdır. Çağdaş kaynaklardan Süryani Mihael ise şöyle yazmaktadır. “Türkler, şirretli ve Rafızi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor, hiçbir baskı zulüm düşünmüyorlardı” [1]

Türkler, XI. Yüzyılda Ermenilerin imdadına yetişmemiş olsaydı, hâkim milletler onları, kendi bünyelerinde eritip yok edeceklerdi. Şayet Ermenileri, bugün dahi temsil eden “Milli Kilise”leri varsa, yeryüzünde bugün Ermeni mevcutsa, bunu Türklerin müsamahasına ve hoşgörüsüne borçlu olduklarını tarih kaydetmektedir. [1]

Osmanlılar Döneminde Türk Ermeni İlişkiler

İlk Osmanlı-Ermeni ilişkileri Batı Anadolu’da başlamıştır Orhan Gazi döneminde Çukurova’dan Kütahya bölgesine göç eden bir kısım Ermenilerin ruhani reisleri ile beraber Bursa’ya nakledildikleri bilinen bir gerçektir. Büyük devlet adamı Fatih, Rum Ortodokslarına sağladığı din özgürlüğünü Ermenilere de vermiş, Bursa’daki Ermeni patrikhanesini İstanbul’a taşıyarak bu tarihi şehirde Ermeni patrikhanesini kurdurmuştur. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’i yendikten sonra Tebriz’de bulunan birçok sanatkâr ve kuyumcu Ermeni’yi İstanbul’a yerleştirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde, Ermeni adı verilen toplulukların yaşadığı toprakların tamamen Osmanlı topraklarına katılması üzerine özellikle Van ve yöresinde bulunan Ermeniler İstanbul’a göç etmişlerdir. [1]

Altı asırlık Osmanlı tarihinde, Osmanlı Devlet Adamlarının sayesinde Ermeni adı, kültürü, dini, kilisesi yok olmaktan kurtulmuş, Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığa karşı Gregoryen Ermeniler koruma altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin bürokrasisinde bakan, müsteşar gibi önemli görevlere gelen Ermeniler, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde de temsil hakkı elde etmişlerdir. [1]

29 Mart 1862 tarihinde “Ermeni Milleti Nizamnamesi” Osmanlı Hükümetince kabul edildi. Bu nizamname Türkiye Ermenilerinin siyasi, toplumsal varlıkları üzerinde yeni bir dönem başlatmıştır. Gerçekten de Osmanlı hükümeti Ermenilere çok geniş siyasî, dinî, iktisadî haklar tanımıştır. [1]

XIX. yüzyılın başlarında Rusların Kafkasya ve Doğu Anadolu üzerinden Akdeniz’e inme siyasetleri ve İngiltere, Fransa’nın Kafkasya’da bir Ermenistan kurma vaatleri karşısında, bu tarihe kadar “Millet-i Sadıka” (Sadık Millet) olarak adlandırdığımız Ermeniler, Türk Milleti’ne ihanet etmek suretiyle, Türk Devleti’ne ve Türk Milleti’ne yönelik saldırılara başlamışlardır. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ermeniler Osmanlı Devleti’ne ihanet ederek, Rusya’ya savaş esnasında asker vererek yardımda bulundular. Harbin patlak vermesiyle Kars ve Çıldır’daki Ermeniler Rusya’ya bağlılıklarını bildirdikleri gibi, Ermeni çeteleri Erzurum’un düşmesinde de Rus ordusuna yardım etmişlerdir. 1887 yılında Kafkasyalı Ermenilerden Avedis Nazarbeg ve eşi Maro tarafından İsviçre’de Hınçak Komitesi kurulmuştur. 1890 yılında da Rusların yardım ve destekleriyle Taşnak Sütyun Komitesi Tiflis’te kurulmuştur. Her iki Ermeni cemiyetin hedefi Osmanlı ülkesinde isyan çıkarmak, silahlı tedhiş hareketlerinde bulunmaktı. [1]

Ermeniler ilk isyanı 20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum’da çıkarmışlardır. Sırası ile Osmanlı ülkesinde Ermenilerin organize ettiği isyanlar; Musa Bey Olayı, Kumkapı Gösterisi, Merzifon, Kayseri ve Yozgat Olayları, Birinci Sasun İsyanı, Babaali Gösterisi, Zeytun İsyanı, Van İsyanı, Osmanlı Bankasına yapılan saldırı, İkinci Sasun İsyanı, Padişah II. Abdülhamid’e Yıldız Camii önünde düzenlenen suikast, Osmanlı ülkesinde tam bir terör estirmiştir. [1]

Bizim zorunlu göç ettirme anlamında kullandığımız (tehcir) Ermenilerin ise soykırım olarak adlandırdıkları (genocide), Ermenilerin yarattıkları sorunların doruk noktasına ulaştığı Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanmıştır. Her iki taraftan büyük kayıplarla sonuçlanan acı ve elem verici bu olayı gerçek mahiyeti, sebepleri, boyutları ve sonuçlarıyla birlikte objektif bir bakışla değerlendirmek gerekir.  [2]

Doğu Anadolu Bölgesi’nde Taşnak ve Hınçak çetelerinin katlettiği 520 bin Müslüman-Türk’e ait 185 toplu mezar ve Türk katliamı ile ilgili Osmanlı, Başbakanlık ve Askeri Tarih Arşivlerinde binlerce belge mevcuttur. Arşivlerimiz açık olup, yerli ve yabancı ilim adamlarının bilgisine ve istifadesine sunulmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi’nde katliamlara uğrayanların, bölgenin gerçek sahipleri olan Türkler olduğu ve 1915-1919 yılları arasında bir “Türk Soykırımı”nın yaşandığı gerçeğini anlatamadığımız için, hayali Ermeni senaryoları dünya kamuoyunda gerçekmiş gibi kabul edilmeye başlandı ve Türk Milleti olarak hak etmediğimiz tarihimize yönelik saldırılarla muhatap olmak zorunda kaldık. [1]

Ermeni Tehciri, Sebepleri Ve Uygulaması

Bugün Ermenilerin sığındığı ve tarihi gerçekleri tahrif ederek dünyayı ayağa kaldırdıkları bir olayın iyi bilinmesi gerekiyor. Ermeni Tehciri meselesi, belki tarihin en çok istismar edilen olayıdır.  Bu bakımdan hem Türk gençliğine, hem dünya kamuoyuna Tehcir olayını çok iyi anlatmamız lazımdır.

Osmanlı Devleti, Ermenilere karşı en son çare olarak “Tehcir Kanunu”olarak bilinen, sevk ve iskân kanununu çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331(27 Mayıs 1915) tarihli bu geçici kanunla, burada

Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere gönderilmesi istenmektedir. Bu kanun, Ermeniler tarafından iddia edildiği gibi, Osmanlı Devleti’nin kendilerine işkence yapmak isteğinden değil, silâhsız sivil halkı ve Osmanlı Ordusunu, Ermeni çetelerine karşı korumak amacı için hazırlanmış bir kanun idi. [2]

Osmanlı Devleti'nin yaptığı işlem, hukukî bakımdan sınır dışı etme (deportatiton-expulsion) mahiyetinde değildir. Ülke içi nakildir (displacement-relocati-on). Devletin bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati önemdeki ulusal güvenlik ihtiyaçları bu önlemleri zorunlu kılmıştır. 7[7]

Nutuk’ta Ermeni Mezalimi

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutukta dile getirdiği önemli gerçekleri özümsemeden,  Milli Mücadele dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini sağlıklı bir şekilde analiz etmek zordur.

Atatürk’ün çizdiği pencereden bakarsak, sadece o dönemdeki olayları değil, daha sonraki gelişmelere de doğru tanı koyabiliriz. ...

Şimdi o gülere dönelim ve çeşitli bölgelerdeki mezalimleri Mustafa Kemal Atatürk’ten dinleyelim:

Güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? (s. 260,261)

...

Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor

...

Arzu buyurursanız o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim:

Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı. 1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık.

...

Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 2 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı terketti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi.

Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, 8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)

Lozan Konferansı Başlarında Ermeni İstekleri

Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Doğu Harekâtı'nın başarıya ulaşması üzerine 1920 yılı sonlarında Ermenilerle onları destekleyen İtilâf Devletleri'nin hesapları bozulmuş ve "Ermeni Meselesi" Milletler Cemiyeti'ne getirilmiştir. İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, ermenilerin durumunu iyileştirmek, Türkiye'de kalanlar için birtakım imtiyazlar koparabilmek maksadıyla genel kurulun toplanmasını istemiştir. Yapılan toplantıda, "Ermeni Meselesi"ni çözüme kavuşturmak üzere bir devletin görevlendirilmesi ve bir rapor hazırlanması kararlaştırılmıştır. [7]

21 Şubat-22 Mart 1921 tarihlerinde yapılan bu İkinci Londra Konferansı'na Bogos Nubar Paşa ve Aharonyan katılmış, bunların teklifi 26 Şubat'ta dile getirilmiştir. Buna göre, Ermenistan'ın birleşmiş ve müstakil bir devlet olduğu, Türklerin Ermenistan'a saldırısının Sevr'i yıkmayı amaçladığı ileri sürülerek, Sevr'in geçerli olması istenmiş ve Çukurova (Kilikya) konusunun bu antlaşmada yer almadığından bahisle, Çukurova'ya da muhtariyet verilmesinde ısrar edilmiştir.[7]

Fransız temsilcisi ise "iddia edildiği gibi Ermenilerin Çukurova'da çoğunlukta olmadıklarını ve statükonun bu durumda değiştirilmesinin mümkün olmadığını, ancak oradaki azınlıklara Fransız Hükûmeti'nin önem vereceğini" belirtmiştir. [7

Bunun üzerine Konferans'ta Ermenilerle ilgili olarak kabul edilen 9. maddede "Ermenistan'la ilgili taahhütlerin, Türkiye Ermenilerinin Asya Türkiye'sinin doğu hudutlarında bir milli "ocak" (yurt) için haklar tanınmak ve Milletler Cemiyeti'nin Ermenistan'ın nakli uygun ve haklı olacak bir yer hakkında verilecek kararına uyması suretiyle telif olunabileceği" ifade edilmiştir. Böylece, Sevr Antlaşması'nın 88. maddesindeki "hür ve müstakil devlet" yerine, özellikle Amerikalıların teşvikiyle, Londra Konferansı'nda, diplomatik dille, müphem bir "ocak" veya "yurt" kavramı ortaya atılmıştır. [7]

22-26 Mart 1922'de Paris Konferansı'nda hazırlanan "barış projesi"nde "Ermeni ocağı" da görüşülmüş, Milletler Cemiyeti'nin kararına uyulacağı kabul edilmiş ve bir anlamda Lozan'a giden yolda Ermenilere bir açık kapı bırakılmıştır. [7]

Bu kararda, Lord Curzon'un 1921 Nisanında Lord lar Kamarası'nda "Çukurova (Kilikya)'da çoğunluk Türklerde bulunduğundan buranın Türklere terk edileceğin söylemesi ve imzalanan Ankara Itilâfnâmesi'yle Fransızların bölgedeki etkisinin kalmayacağının ortaya çıkması üzerine, Türkiye'deki Ermeni Patriği Zava Efendi başta olmak üzere, ruhani görevlerini bir tarafa bırakıp siyasetle uğraşan hattâ terör hareketlerini bile katılan diğer din adamlarının ve Ermeni çevrelerinin Paris Konferansı'na çektikleri telgrafların ve gönderdikleri mektupların da tesiri olmuştur. [7]

Türk Ordusunun 30 Ağustos 1922'de Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nden sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti temsilcilerini İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapılacak barış konferansına davet etmişlerdir. Konferansta azınlıklarla, dolayısıyla Ermenilerle ilgili konuların da görüşüleceğinin ortaya çıkması üzerine, Ermeni çevreleri hem konferansa davet edilmek, hem de isteklerin kabul ettirmek için yoğun bir faaliyet içine girmişlerdir.

Bazı Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanlarıyla birlikte hareket etmişler ve Türkiye Cumhunyeti'nden toprak talebinde bulunma cesaretini göstermişlerdir. Kendilerini savaşta kullanan İtilâf Devletleri'nden bu defa barışta yardımlarını istemişler ve her yolu deneyerek onların desteğini ararken, bir milyondan fazla sivil halkını katlettikleri Anadolu Türkü'nün Lozan'a giden temsilcilerinden bile, aracılar koymak suretiyle, medet ummuşlardır. Elbette bu kadar sivil insanını soy kırıma uğratan, düşmanla iş birliği yapıp ihanet eden ve yine onlarla ülkeyi terkedip giden ve yüzyıllarca üzerinde yaşadıkları ülkeyi bölmek, parçalamak için fırsat kollayan Ermenilerin bu isteklerini ne Türk halkı ne de onun temsilcileri kabul edemezdi. [7]

Ermenilerin bu müracaatı da sonuç vermemiş ve Lozan görüşmelerine alınmamışlardır. Ancak Türk Heyetinin itirazlarına rağmen 12 Aralık 1922'deki Azınlıklar Alt Komitesi'nde  dinlenmeleri İtilâf Devletleri delegeleri tarafından kabul edilmiştir. [7]

Lozan Konferansı Azınlıklar Alt Komitesinde Görüşülen "Ermenilik" Konusu

Konferansın Azınlıklar Alt Komitesi'nin 15-30 Aralık 1922 ve 6 Ocak 1923 tarihlerindeki toplantılarında, Türk heyetinin itirazlarına rağmen, Ermenilerin durumu da dikkate alınmıştır. Başkanlığını İtalyan temsilcisi Montagna'nın yaptığı toplantılarda, Türk delegesi Dr. Rıza Nur, "Ermeni ocağı" konusunun görüşülmesine ve Ermeni delegelerine söz verilmesine itiraz etmiş ve Ermenilerin konuşturulduğu toplantıya katılmamıştır. [7]

30 Aralık tarihli toplantıda Amerika Birleşik Devletleri Temsilcisi, Ermeni yurdunun kurulmasını isteyen bir bildiri sunmuştur: Amerikan bildirisinin okunmasından sonra Komisyon Başkanı M. Montagna ve Sir Horace Rumbold söz almış ve Ermeni yurdu konusunu savunmuşlardır.

"Ermeni Yurdu" Konusunun Lozan Konferansı'ndan Çıkarılması

Türk heyetinin bütün itirazlarına rağmen Azınlıklar Komitesi'nde görüşülen konular ve Ermeni yurdu meselesi bir raporla Konferans'ın 9 Ocak 1923 tarihli toplantısına getirilmiştir. Ancak, Türk heyetinin kararlı tutumuna rağmen, bir ara Ermeni yurdu konusu Lord Curzon tarafından dile getirilmişse de, İsmet Paşa'nın buna ilave edeceği bir şey olmadığını belirtmesi üzerine bu konu bir daha Lozan Konferansı'nda görüşülmemiş ve antlaşma metninde yer almamıştır. [7]

Böylece batılı devletler tarafından savaş sırasında teorik olarak ve fiilen gündeme getirilen suni "Ermeni meselesi", tehcir olayı ve Türk zaferleriyle askeri olarak ve Lozan'daki son durumda da hukukî ve siyasî olarak sona ermiştir.

Ermeniler, Lozan'da da desteklenmek istenmesine rağmen, Türklerin yoğun çabaları, batılı devletlerin yeni bir savaşı göze alamamaları, Ermenilerin asılsız ithamlarının ortaya çıkması üzerine konu bir kere daha tekrar rafa kaldırılmıştır. [7]

İkinci Dünya Savaşı Sırasında Ermenilerin Faaliyetleri

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabuklarına çekilen Ermeniler, yeni bir dünya savaşı başlarken yine birtakım beklentiler içine girmişlerdir. Lozan Konferansı sırasındaki gibi, eski destekçilerine mektuplar telgraflar göndermişler, doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya kalkışmışlardır. [7]

Ermenilerin bulundukları bütün ülkelerde yürütülen bu faaliyetler ve uluslar arası kuruluşlara yapılan yeni müracaatlar, Sovyet basın-yayın kuruluşlarınca da desteklenmiş ve Rusya'nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı'nın süresinin sona ermesi üzerine Rusya'nın Boğazlar ve Doğu Anadolu'dan imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte mütalaa edilmiştir. [7]

Bu ve müteakip müracaatlarda da Ermeniler yine Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi rüzgâr ekip fırtına biçmişlerse de, "Ermeni Meselesi"ni yine dünya kamuoyunun önüne getirmişler ve Ermenistan'daki ve diğer ülkelerdeki yurttaşlarıyla arasında en azından kültürel açıdan köprüler kurabilmişlerdir [7]

Ermeni Milletinin Ulusal Hedefi Türk Düşmanlığıdır

Ermenilerin iki asırdan beri Türk Milletine yönelik düşmanca bir siyaset izlediklerine kuşku yoktur. Şimdiye kadar dile getirdiğimiz gerçekleri şu şekilde özetleyebiliriz:

·    1915-1919 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 519.000 Müslüman-Türk’ü katletmişlerdir.

·    I. Dünya Savaşı’nda Rus ordularına ajanlık yapmak suretiyle Çarlık Rus orduları Doğu Anadolu’yu işgal etmişlerdir.

·    Rusya’nın ve Batılı devletlerin bölgedeki taşeron gücü olarak uluslar arası anlaşmalara suni Ermeni sorununu taşımak suretiyle tarihi Türk topraklarında bir Ermenistan devletinin kurulmasını sağlamışlardır.

·    1973-1995 yılları arasında Ermeni Terör Örgütü olan ASALA tarafından dünyanın 21 ayrı ülkesinde 41 diplomatımız alçakça şehit edilmiştir.

·    Bugün Rusların yardımıyla Azerbaycan’ın %25 oranındaki toprakları Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. Bir buçuk milyon Azerbaycan Türkü de topraklarından zorla atılmak suretiyle zorunlu göçe tabi tutulmuştur.

·    Ermenistan, Devletler Hukuku Esaslarını ve Kurallarını ihlal ederek 1995 tarihli Ermenistan Anayasasında Türkiye’nin Doğu topraklarını; Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Van’ı, “Batı Ermenistan” olarak yayınladıkları haritalarda göstermektedirler.

·    Bugün ülke parlamentolarına taşınan sözde soykırım yasa tasarılarının arkasında Ermenistan devlet başkanı Robert Koçaryan ve Ermenistan hükümeti bulunmaktadır.  [1

Türk-Ermeni İlişkilerinde Vizyon Arayışları ve Stratejik Hedefler

Türkiye'nin özellikle 1973'ten sonra dünya kamuoyuna mal edilen terörist eylemlerle hız kazanan, 1980'lerden sonra siyasallaşma yolunda hızla ilerleyen nihayet 1990'lardan sonra da siyasallaşma çabalarına eklenen uluslar arası hukukun bir konusu yapılmaya çalışılan Ermeni Sorunu yukarıda izah edildiği gibi, derinlikleri tarih içinde bulunan bir temel sorundur. [7]

Türkiye bu sorunun çözümünde çok dikkatli hareket etmelidir. Dünyanın çeşitli ülke parlamentolarında gündeme getirilen ve bazılarında kabul edilen "soy kırımı tasarıları"nı, o ülkelerdeki iç siyasetle ilişkilendirmek son derece yanlıştır. Bu, Türkiye'nin uzun soluklu bir strateji belirleyip uygulamasını engellemekte ve devletin bürokrasisini adeta "atalete" itmektedir. Tasarılar gündemden düşünce mesele sanki rafa kaldırılmaktadır. Bu son derece yanlıştır. [7

Türkiye’nin, Ermeni iddiaları karşısında bilimsel, hukuki çabalarına yoğunluk vermesi gerekmektedir. Ermeni diasporasının ve Ermenistan’ın Türkiye’yi dünya kamu oyu ve uluslar arası kuruluşlar nezdinde yalnızlaştırma çabalarının üstesinden gelebilmek için kısa vadede yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:

1. Öncelikle, devletin ilgili kurumları içinde kalıcı, daimi bir merkez oluşturulmalıdır.

2. Konu ile ilgili çalışan, birikimi olan bilim adamları, politikacılar, bürokratlar (sivil-asker) bu merkezi sürekli bilgilendirecek şekilde çalışmalara katılmalıdırlar.

3. Bu merkez önce bir strateji belirlemelidir.

4. Strateji iki ana noktada odaklanmalıdır. Bu noktaların biri, Ermeni iddialarının yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna anlatmak şeklin de olmalı; ikincisi ise Türk milletinin gerçek mağdur olduğunun belgelerle dünyaya anlatılması ve bu konuda siyaset kurumunun adeta "davacı" olması sağlanmasıdır.

5. Başta üniversiteler olmak üzere çok çeşitli ve birbirinden kopuk bir şekilde yürütülen çalışmaların, merkez tarafından koordine edilmesi sağlanmalıdır. Mevcut çabalar, hem güç kaybına hem de maddi kayıplara yol açmakta ve dahası herhangi bir sonuç vermemektedir.

6. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun çalışma yöntemleri dikkate alınarak, dünyanın her yerine dağılmış olan Türkler, organize edilmeli; Ermeni Meselesi başta olmak üzere, Türkiye aleyhtarı bütün faaliyetler ile mücadele, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ile bazı kamu kurum ve kuruluşlarının yurt dışındaki temsilcilerinin asli görevleri olmalıdır.

7. Bütün bu faaliyetler yürütülürken, hedef kitle iyi belirlenmeli; Ermenistan, Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu, destek veren ülkelerin hükümetleri ve nihayet iç ve dış kamuoyu ayrı ayrı muhatap kabul edilmeli, bunların her birisine karşı bazen ortak, bazen farklı politikalar üretilmelidir. [7]

Son aylarda Ermenistan’la ilişkilerimizde bazı yumuşama işaretleri gözlenmektedir. Cumhurbaşkanı düzeyinde gerçekleştirilen geziler, Ermenistan Bakanlarının ülkemizdeki uluslararası etkinliklere katılmak suretiyle sergiledikleri yakınlaşma çabaları, köklü tarihi ihtilafların çözümüne ne derecede yarar sağlayabilir?

Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki yumuşama belirtileri dünya barışı için yararlı bir adımdır. Ancak, güncel ekonomik çıkarlar tarihi hafıza kaybına neden olmamalı, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları yeni diplomatik atakların başarısı için gözden ırak tutulmamalıdır. Ermenistan kapısının açılması, Ekonomik açılımların gerçekleştirilmesi hayalleri kurulurken, diaspora ve destekçi ülkeler hala soykırımın tanınması yolundaki ısrarını sürdürüyorsa, bu noktada durup düşünmemiz gerekiyor.

Türkiye’ye karşı bugüne kadar sürdürülen ve ilmi gerçeklere dayanmayan Ermeni Propagandası, ne bu Taşeron Devlet Ermenistan’a ne de Ermenistan’ı kendi siyasi, iktisadi çıkarları için kullanan Rusya, Fransa ve Batılı devletlerin hayrına olmamıştır ve olmayacaktır.

Eğer, Ermeni tarafı yakınlaşma çabalarında samimiyse bu gerçeği gözden ırak tutmamalı ve kirli propaganda çabalarından vazgeçmelidir.

Ermenistan, Kafkasya’da bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmek istiyorsa, bu Türkiye ve komşularıyla iyi münasebetler kurmasına bağlıdır. Türkiye Ermenistan’a tarihin her döneminde dostluk elini uzatmış ve iyi komşuluk münasebetlerinin kurulması için Kafkasya’nın güvenlik ve istikrarı açısından büyük önem arz eden bir ülkedir.

Ermenistan, Türkiye ile yakınlaşma politikalarında samimiyse,  Rusya ve Batılı Devletlerin bölgedeki taşeronluk görevini süratle terk etmek zorundadır. Bu yolda mutlaka atması gereken ikinci adım ise, işgal ettiği Azerbaycan topraklarını tahliye etmektir. Bu koşulları yerine getirmeyen bir Ermenistan’la kalıcı ve sürdürebilir ekonomik, siyasi, kültürel ilişkilerin kurulabilmesi boş bir hayalden

KAYNAKLAR

[1] KÜRKÇÜOĞLU, E.  Tarihi Belgelerin Işığında Ermeni Sorunu, Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi, Erzurum

[2] AVŞAR, S.  Ermeni Sorunu Ve Türkiye, Genelkurmay Atase Başkanlığı, Atarem Genel Sekreterliği

[3] KORKMAZ, Z. Atatürk, Kemal; Nutuk, Yay. Ata. Arş. Mrk., 2000

[4] Türk-Ermeni ilişkileri Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi 
http://fakulteler.atauni.edu.tr/ermenia/ 200

[6] TACAR, P Hukuki ve Siyasi Boyutuyla Ermeni Sorunu  "Ermeniler Soy Kırıma Uğratıldı mı?"

[7] GÜLER, A. Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu, Anıtkabir,Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanı,

[8] CABBARLI, H.  Bağımsızlık Sonrası Ermenistan-Rusya İlişkileri, ASAM, Kafkasya Araştırmaları Masası.