ERZURUMLU BOYACI OSMAN EFENDİ VE…
Sabri Erdoğan'la gönül sohbetleri programında dinlediğim şu hatıranın gönlümdeki etkisi çok derin olmuştu.
Gözümde günlerce Hacı Osman Efendi’nin nurlu mübarek yüzü canlanmıştı; Selam verip aldığım dayılarda, emicelerde ondan bir iz, eser, belirti aramıştım.
Boyacı Hacı Osman Efendiyi merak ettiniz, değil mi?
Kimmiş, ne mübarek adammış, nasıl bir ete kemiğe bürünmüş dadaş ruhu imiş, görelim. Sabri Erdoğan anlatsın, biz dinleyelim!
***
Bundan elli yıl kadar evveldi. Ankara’da, Posta Caddesinde, şimdi Modern Çarşının olduğu yerde, Devrim İlkokulu vardı, orada okudum.
Okulun karşısındaki işhanının önünde boyacı Osman Efendi dururdu.
Osman Efendi, Erzurumlu, uzun boylu, zarif bir insandı. Büyük bir dikkat ve ihtimamla ayakkabıları boyar, cam gibi parlatırdı.
Hiç üşenmez, defalarca cilâ sürerdi. Çocukken elime geçen parayı ayakkabı boyatmaya verirdim.
Osman Efendinin fırça tutuşu, cilâyı deriye emdirebilmek için yaptığı hareketler, bende hayranlık uyandırırdı. Bakmaya doyamazdım.
Bir gün rahmetli annem, “Oğlum seni gezmeye götüreceğim. Git ayakkabılarını boyat” dedi. Hemen Osman Efendiye koştum. Acele boyamasını söyledim.
O, kaşları çatık, “boyayamam”, dedi. Hiçbir şey anlamamıştım. Şaşkınlıkla, “boya, iki misli para vereyim” deyince, “olmaz elli misli de versen boyayamam” dedi.
İyice şaşırmıştım. Sebebini sordum.
“Acele iş olmaz. Acele işten hayır gelmez. Birisi Osman Efendinin boyadığı ayakkabı bu muymuş derse, benim bu işi bırakmam gerekir” dedi.
Bir insanın meşgul olduğu, ekmeğini yediği işi, ne olursa olsun, onu sevmesi, benimsemesi, her gün biraz daha iyiye, güzele götürmeye gayret etmesi ne kadar sevindirici bir olaydır. Hatta işini sadece ekmek kapısı olarak değil de, aynı zamanda kendini, kendi kişiliğini tekâmül ettiren, büyüten, yücelten bir olay olarak düşünmesi, kabul etmesi ne güzeldir.
***
Her hangi ufacık bir iş için peşinden koştuğunuz tamircileri, alışveriş yapıp kazıklandığınız kimi esnafı, sizi canınızdan usandıran sahte suhte usta taifesini hatırınıza getirip, başınızı sallamayın hemen.
‘Nerede o ahi mizaçlı muhterem iman timsalleri, işlerini ibadet şevkiyle yapan muhteşem ahlak abideleri’ deyip, enseyi karartmadan şu anıyı da dinleyin hele.
***
Erzurum Gazetesinde değerli edip dostum Ayhan Kara ile geçen sene yaptığımız söyleşide anlatmıştım, hatırlayınız vardır belki.
***
Size anlatacağım şu yaşanmış olayı oldukça yaşlı bir hemşerimizden dinlemiştim.
Yıllar önce, ağabeyimiz çok genç bir memurken Ankara’nın hatırı sayılır bir mağazasından alışveriş yapmış. O zamanlar kredi kartı falan yok. Yüklüce alaverelerde senet isteniyor, kefil talep ediliyor.
Satış elemanı senetleri hazırlama aşamasında hemşerimizden nüfus cüzdanını istemiş.
O esnada mağaza sahibi yanlarına gelmiş. Kafa kâğıdının memleket hanesinde “Erzurum” yazdığını görünce “İstediğini al götür, ne senet’e gerek var, ne kefile… Senin senet’in de, kefilin de memleketin…” deyivermiş…
Meğer adam askerliğini şehrimizde yapmış, Palandöken rüzgârıyla gönlünü temizlemiş, o zamanlar zemzem temizliğinde akan tabakhane suyundan abdest alıp, yüzünü nurlandırmış.
Sayısız izzet ikram görmüş; lokantasında en güzel yemeği yemiş, kahvehanesinde tavşankanı çay yudumlamış, mescidinde namaz kılmış, üstelik bir de ramazan idrak etmiş.
Gönlüne öyle bir Erzurum nakşetmiş ki, olumsuz bir şey söyleyecek olsanız, cevabı okkalı bir Osmanlı tokadı olur!
Buna benzer anlatıları siz de işitmişsinizdir. Birbirine benzeyen evliya menkıbeleri misali, biraz da süslenerek dilden dile dolaşan bu gibi öykülerin başkahramanı, ‘dadaş, kamuoyunda nasıl algılanıyor’ sorusunun en iyi cevabıdır.
***
Ne zaman boyacı Hacı Osman Efendi ve Ankara’daki mağaza sahibi gibi binlerce kişide ‘dadaş-ı emin’ izlenimi bırakan hemşehrilerimizi yâd etsem, dilim ruhuma şöyle fısıldar:
Eskiden her dadaş bir Osman idi
İmanı mizacına nişan idi
Karakterdi onda mertlik, dürüstlük
Velhasıl evliya gibi insan idi
Çok da maziye çevirmeyin projektörlerinizi, şimdi de kısmen öyle değil mi?
***
Şimdi durup dururken bu anıları ne diye ısıtıp canımıza çektin diyorsunuz değil mi?
Hiiçççç, sadece içimden geldi!
|