DARAĞAÇLARI DA AĞAÇTIR!
Aydın Menderes ne güzel bir insandı.
Hiç yüz yüze gelmedim.
Tesadüfen bile karşılaşmadım.
Neyin olur diye sorsalar zahiren ‘hiçbir şeyim’ diye cevaplarım.
İçimden ‘emimin oğlu’ diye geçiririm.
Öyle hissedişim babasından ötürü.
Rahmetli Adnan Menderes’ten rahmetli babam, onun yaşıtı akrabalarım o kadar çok söz etmişlerdi ki.
Aklım kesinceye kadar onu amcam saymıştım.
Ondan, annem ve onun akrabaları da aileden biri gibi söz ederlerdi hep. Anacığım ‘Rahmetli asıldığında sen bir yaşındaydın’ der durur hala…
Demek ki, gül yüzlü Aydın Menderes’ten övgüyle söz ettiğimde rahmetli neyin olur diye sual edilse, zahiren ‘hiçbir şeyim’ desem, içimden de ‘dayım olur’ diye geçirsem yeridir!
***
Rahmetli emmioğlunu iki sebepler hatırladım.
Aydın Menderes’in, babasına ve idamlara ilişkin gün yüzüne çıkmamış hatıraları kitap haline getirildi.
27 Mayıs'la ilgili gün yüzüne çıkmamış hatıraları okurken hem kendisini, hem babasını andım; Fatiha okudum, minnet ve muhabbetimi dualara kattım.
Birinci hatırlayış sebebim bu.
İkincisi, 17 Eylül, Adnan Menderes’in sehpadan ahrete uğurlanışının yıldönümü.
***
Aydın Menderes’in hatıralarında insanın zihnine mıh gibi çakılan bir tablo var.
Babasını hapishanede son ziyaretlerini anlatırken şöyle diyor:
Gözüm babamın yüzüne ve boynuna ilişti.
O son derecede nazik, alçakgönüllü, en yumuşak bir ipekten, kadifeden daha yumuşak bu veli mizaçlı, bu güzel yüzlü insanın, bu güzel başına acaba hangi ananın doğurduğu insan evladının eli yağlı ilmeği takabilir diye düşündüm…
***
O son derece nazik,
En yumuşak ipekten,
Kadifeden daha yumuşak,
Bu veli mizaçlı,
Bu güzel yüzlü insanın
Bu güzel başına…
Taktılar yağlı ilmiği, emmioğlu…
Onun ve üç yiğit, suçsuz, günahsız üç arkadaşının…
Bu işi yapacak cellâdı bulmak o kadar kolaydı ki…
Verip üç beş kuruşu, buldular, emmioğlu…
Sonra da o üç beş kuruşu, anacığından resmi yazıyla talep edip aldılar, aldılar emmioğlu…
***
Babanı hüccet ile astılar emmioğlu.
Yüksek hâkim unvanlı alçaklar buldular önce.
Hep öyle yaparlar, Osmanlıdan beri. Bizans’tan bu yana...
İktidar oyunu böyle bir şeydir şarkta.
İlmiye’den adam bulurlar önce.
Sonra adliyeden.
Rütbe ile cübbe bir olur; bir çete, bir cunta iktidar olur.
Sehpanın altındaki tabureyi tekmeleyen poşayı bulmak kolay iş.
Marifet ona sehpalar kurduracak Paşa’yı bulmakta.
Onu da çok kolay halettiler; hep ederler, emmioğlu.
Sehpalar kuracak, milletin seçtiklerini zindanlara dolduracak bir kuvvet lazımdı, buldular, emmioğlu.
Sonra cübbeli başı, rütbeli başını kast ederek dedi ki:
‘Sizi buraya tıkan kuvvet öyle istiyor!’
Onlara oraya tıkan kuvvet üç kişi asılsın istiyordu, üç kişi o yüzden asıldı emmioğlu…
O yüzden kuruldu darağaçları:
bakmayın dalsızlığına
yapraksızlığına
çiçeksizliğine
yüreksizliğine
celladın gücünde boğulan
güçsüzlüğüne
en değerli başlardır
bazen meyveleri
darağaçlarının
nihayetinde çünkü
onlar da ağaçtırlar…
***
Gerisi hepten hikâye…
Milletin, değerleriyle birlikte tuş edilmesiydi gaye.
Yassıada mahkemeleri…
Yargılama müsamereleri…
Egesel tiyatroları.
Cemalaga piyonları.
İsmet Paşa ‘Şah’ları.
Milletin sessiz ve derinden küreyi arzı sarsan ahları!
***
Tarih, 16 Eylül 1961'i gösterdiğinde...
Yani elli küsur yıl önce bugün.
Özgeçmişinin ilk paragrafında;
“Ali Adnan Ertekin Menderes (d. 1899; Çakırbeyli, Aydın – ö. 17 Eylül 1961; İmralı, Bursa),
1950-1960 yılları arasında başbakanlık yapmış, İstiklal Madalyası sahibi...”
Yazan bir âdemoğlu için,
Bir Millet sevgilisi için,
Bir veli yüzlü insan için,
Bir Başbakan için,
Bir istiklal madalyalı gazi için,
Bir sehpa kuruldu,
Bir yağlı ip getirildi,
Emmioğlu hatıratında ‘hangi insan evladı böyle bir boyna yağlı ilmeği takabilir diye düşündüm’ yazıyor, amma…
Bir cellât bulundu…
Baş cellâtlardan emir ferman geldi.
Astılar!
Fotoğrafını çekip, gazetelerde yayımladılar. Düşüklere ders olsun diye…
O fotoğraf, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın kafa kağıdıdır. Nüfus hüviyet cüzdanıdır!
|